26 Mart 2019 Salı

Dünya Nereye Koşuyor? Yeni Zelanda neyin fitiliydi? "Prof Dr İ Hamit Hancı" Adli Bilimciler Derneği Başkanı -Korku her zaman ihmalkârlıktan kaynaklanır. Emerson

Dünya Nereye Koşuyor? 
Yeni Zelanda neyin fitiliydi?
Prof. Dr. İ. Hamit Hancı 
Adli Bilimciler Derneği Başkanı
Yeni Zelanda’da Christchurch (İsa nın Kilisesi) kentinde iki ayrı camiye silahlı saldırı sonucu 49 kişi hayatını kaybetti. Aralarında 3 Türk ün ve çocukların da olduğu 50 ye yakın yaralı var.Ülke alarmda.
Avustralya Başbakanı Scott Morrison da terör saldırısı olarak nitelendirdiği saldırılarda 28 yaşındaki bir Avustralya vatandaşının rol oynadığını ve “sağcı bir terörist” olduğunu söyledi.
Saldırı yerel saatle 13.45’te başladı ,saldırgan şehir merkezindeki ilk camiye girdiğinde yaklaşık 300 kişi cuma namazı için camideydi.Cemaatin üzerine ateş açan saldırgan kask ve zırhlı bir yelek giyiyordu. İlk saldırının sonrasında başka bir camiden de silah sesleri duyuldu.
Bu arada Polis araştırmasında farklı otomobillerde patlayıcı ele geçirildi.
Ve camilerden birinde çekildiği söylenen Saldırı kayıtları sosyal medyada yayınlandı
Bu videoyu yüklediği söylenen Brenton Tarrant aynı zamanda 74 sayfalık göçmen karşıtı bir manifesto yayımladı.
Yeni Zelanda’daki Bosna Hersek Büyükelçisi Mirza Hajric, görüntülerdeki kişinin otomobilinde Sırp milliyetçilerinin dinlediği Bosnalı Sırpların eski lideri, savaş suçlusu Radovan Karaciç’i öven bir şarkının çaldığını belirtti.
Halka ve özellikle Müslümanlara evlerinden çıkmamaları çağrısında bulunuldu. Polis, o an ülkedeki camilere hiç bir suretle gidilmemesini istedi.
Çoğu Hristiyan olan Yeni Zelanda’da Müslümanlar nüfusun sadece küçük bir bölümü.Çoğu Pakistan ve Hindistan’dan gelen göçmenler (DW den özet)
74 sayfalık Manifesto da Avustralya doğumlu bir İskoç göçmeni olan kişi Kosova’dan da söz etmekte, ABD’nin 1999 yılı savaşında Kosova tarafını tutmakla hata yaptığını belirtmekte. Irkçı söylemlerde bulunmakta. Türkiye aleyhinde sözler sarfetmekte.
Video da Türkleri; “Boğazın doğusunda kalın, avrupa’ya geçerseniz öleceksiniz” diyerek tehdit etmekte.
Adli Bilimler Yorumu
-Katliam yapılan şehrin adı nedeniyle özellikle seçildiği anlaşılıyor. (İSA’NIN KİLİSESİ)
-Bu olay 22 temmuz 2011 Norveç katliamına benziyor. İdeoloji benzer,Nüanslar var.
-Olay sıradan bir terör eylemi değil
-Sosyal Medyada dolaşan aşağıda resim doğru ise başta Türkler olmak üzere Müslümanlara ağır bir düşmanlık var.
– Manifesto da Viyana , Osmanlı, Cami, İstanbul, Türkiye, Ayasofya tabirlerinin geçmesi uzun vadede planlanmış, kararlı bir eylem olduğu, inandırılmış bir fail tarafından işlendiğini göstermektedir.
-Çok organize ve iyi hazırlanmış bir eylem olması, arkasında örgütlü güçlerin olduğu izlenimi vermekte olup, devamının gelebileceğini düşündürmektedir.
– Saldırı için bir İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth) ülkesinin seçilmesi de uluslararası bir çatışmanın yeni bir muharebe sahası olabileceği izlenimi vermektedir.
-Künyede bulunan Çarkıfelek , Yaradılış ya da Oz veyahut Swastika denilen semboller, hem Türk tarihinde hem de farklı versiyonları olarak Hitler döneminde kullanılmış sembollerdir.
-ikinci şarjör de işaretli yerin altında Ermeni ce Sarıkamış Savaşı yazmakta.24 Nisan yaklaşırken bu sembolün olması da manidar. Ermeni ulusunu tenzih ederek, Ermeni terör örgütlerinin saldırıları için bir başlama işareti olmamasını ümit ediyoruz.
– Saldırının, Müslümanların nispeten az olduğu ve güvenlik sorununun pek bulunmadığı bir yerde yapılması bilinçli, organize ve çok can kaybı olmasına yönelik bir izlenim vermektedir.
-Bu provakasyondan sonra Müslümanların dünyanın başka yerinde diğer dinden olanlara daha kötüsü ile karşılık vermesine sebep olabilecek ve daha korkuncu bir dünya savaşına yol açmaya kadar giden bir amaç güdülüyor olabilir.
-Şahsın çok soğukkanlı olması sadece askeri eğitim almayla açıklanamayacaktır. Bir beyin yıkama faaliyeti sonucu inandırılmış bir fail olduğu aşikardır (Ek te açıklama vardır)
-SERİ TERÖR….. 
Geçtiğimiz yıllarda gündeme getirmiştik.Son 10-15 yildir batı ve doğu arasında benzer nitelikte terör eylemleri gidip gelmektedir. Bir Abd bir ingiltere bir rusya bir kıta avrupası bir iskandinav ulkeleri bir Türkiye nin buyuk sehirleri.. Aralarda kısa sessizlik dönemleri.
Ortadogu ve Afrika nın bazı bölgelerini dahil etmiyoruz çünkü oralarda devamlı teror eylemleri mevcut.
Seri terör.. Ya da Seri Kopya Terör Ya da kopya katliam denilebilecek bu durumlar yakın takip edilmeli ve analiz edilmelidir. Yeni Zelanda daki bu eylemden sonra Türkiye daha dikkatli olmalı, önlemler arttırılmalıdır.
– Terörizm medya olmadan yaşayamaz. Terör örgütleri medya sayesinde dehşet yayarlar ve propaganda yaparlar. Bu eylemde de bu net olarak görülmüştür.
– Hiç bir terör saldırısı göründüğü kadar basit değildir…
Buz dağının altı vardır
– Terör maksatlı bu tür saldırıların saf dışı bırakılabilmesi için; tehdidin disiplinler arası bir anlayışla değerlendirilmesi, risk analizinin yapılması ve yönetilmesi gerekir. Bir kez daha yıllardır söylediğimiz Terörle Mücadele Akademisi Önerimizi yeniliyoruz.
Unutmayalım, 
Korku her zaman ihmalkarlıktan kaynaklanır. Emerson, 1837
Ek Not:
TERÖR bir metottur.
Toplumları belli doğrultulara yönlendirmek ve ona bunları kabul ettirmek ve dayatabilmek için kullanılan bir maşadır.
Çağdaş kaynaklar terörizme ait dört belirleyici özellik üzerinde durmaktadır.
Bunlardan en önemlisi ve önde geleni politik etki yaratabilmek amacıyla şiddet uygulamaktır .
İkincisi, terörizmin planlı, hesaplanmış sistematik bir eylem olmasıdır.
Üçüncüsü teröristin belirlenmiş savaş kuralları ile sınırlandırılamayacağı gerçeği olup, dördüncü ve son belirleyici özellik ise seçilen hedef üzerinde anlık alınabilen sonuçlar yanında uzun vadeli psikolojik yansımaların olmasıdır.
Teröristlerde ortak karakteristik özellikler
*Dış ülkelerde barınabilmekte ve faaliyet gösterebilmekte,
*Para kaynakları, lojistik destekleri ülke sınırları ile sınırlanmamakta,
*Ekonomik ambargolarla para akışları durdurulamamakta,
*Hızlı ve etkin bir haberleşme sağlamak için en üstün teknolojileri kullanmaktadır.
İnsan davranışları psikolojik ve fizyolojik yöntemler kullanılarak belirlenen hedefler doğrultusunda değiştirilebilir. Bunu uygulayan örgütler bulunmaktadır.Bu tekniklerle Herhangi bir kişi, grup ve hatta toplum,normalde yapmayacakları bir işlemi yapmaya ikna edilebilir. Psikolojik manipülasyon alanında iyi eğitimli ve negatif eğilimli profesyoneller kullanılmakta ve bu tekniklerle insan suça yönlendirilmektedir. Suç işleyen Bu kişiler inandırılmış faillerdir
Ann Weil: “Terörizm; rastgele seçilmiş ya da sembolik değeri olan kurbanların, şiddetin aracı olarak seçildikleri bir savaş yöntemidir.” Der.
Tipik Bir terör saldırısı döngüsü
TERÖRLE MÜCADELE AKADEMİSİ
Kuruluş Amacı: Türkiye’de Terörle Mücadele nin Kalitesinin Arttırılması,Bilimsel Yöntemlerle Etkinliğinin geliştirilmesi, Alanda çalışanlarla, bilimsel olarak araştırma yapanların bir araya gelerek bilgilerin paylaşılması.
Konu tamamen tarafsız bir şekilde ele alarak bir beyin fırtınası yapılıp, bir akademi modeli oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu modelin oluşturulmasında hiçbir kurum ve kuruluş örnek alınmamış, Önerilere , eleştiriye , geliştirmeye ve desteğe açık bir sistemin ön hazırlığı yapılmıştır.Yaşanan iç ve dış gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde Terörle Mücadelenin etkin bir şekilde sürdürülebilmesi için:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak artık bir TERÖRLE MÜCADELE KONSEPTİ oluşturmamız gerekmektedir.
İç ve dış politikaların oluşturulmasında ülke menfaatlerinin korunması temel hedef olarak alınırken; bu politikaların Terörle Mücadeleyle uyum içerisinde gelişmesini sağlamak,bu kapsamda tüm kurumların işbirliği içinde çalışmasını temin etmek asli amaç olmalıdır.
Böyle bir konsept için; farklı disiplinlerden bilim insanları ile farklı meslek alanlarından uzmanların bir araya getirilecekleri bir yapılanmaya ihtiyaç vardır.Bu kurulda yer alacak kişiler liyakat esasına göre belirlenmelidir.Beyin fırtınası, serbest çağrışım ve özgür düşünme yoluyla elde edilecek çıktıların,Sağduyulu bilimsel analizlerle uygulamaya geçmesi sağlanmalıdır.
120 alt alanı olan Adlibilimler in pek çok alanından Terör konusunda da yararlanılabilir.Kurulun oluşumunda Teoloji ,
Güvenlik, Yöneylem, Jeostrateji, Ekonomi, Enerji, Hukuk,Adli Sinergoloji, Adli Jeopolitik, Sosyoloji, psikoloji, Adli Tıp ve adli bilimler gibi pek çok alandan uzmanlardan yararlanarak kurumsal bir yapı oluşturulmalıdır.
Ülkemizde her türlü uzman mevcut olup, esas sorun organizasyondadır.
Terör le ilgili narkoterör , siber terör, siyasal terör, algı operasyonu, fuhuş, tıbbi istihbarat, KBRN terörü, canlı bomba analizleri , terör istihbaratı gibi pek çok alanda çalışma yapılmalıdır.
Akademi nin resmi görevliler ayağında,TSK, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma, Sahil Güvenlik, Gümrük ve Muhafaza , Orman Muhafaza gibi güvenlik birimleri yanı sıra,İstihbarat , dışişleri, sağlık , diyanet, maliye birimleri de yer almalıdır.
Bilimsel ayağı ise akademisyenlerden oluşmalıdır.Tıp, Fen, Mühendislik ve sosyal bilimler alanlarından bilim insanlarının, laboratuvarlar ve diğer teknik imkânlarla donatılmış bir merkezde, yapacakları özgün çalışmalar, Terörle mücadele de ülkemizin elini sağlamlaştıracaktır.Yakın süreçte kurulması düşünülen Milli DNA Bankası da bu Akademi ye bağlanabilir.
KAYNAK:
-Halil Ülker. Oz Damgaları
-Prof.Dr.Kerem Doksat TERÖRÜN PSİKOLOJİK MEKANİZMALALARI
-Psik.Rebia Dirim
-Psik.Sevgi Güney. İnandırılmış Failler.
-Cemal Eruç.Temak Eleştirisi
-Hamit Hancı. Terörle Mücadele Akademisi

20 Mart 2019 Çarşamba

"ÇANAKKALE BİR ANZAK EYALETİ OLAMAZ!.." Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN "Devlet, Millet, Hükümet, Sivil Toplum Kuruluşları ve Yerel Halk bu menfur projeye DUR demek zorunda ve durumundadır" (Ankara, 20 Mart 2019-ANKARA KALESİ, No: 24)

ANKARA KALESİ NO: 24 
ÇANAKKALE ANZAK EYALETİ OLAMAZ!..
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Ankara, 20 Mart 2019
Çanakkale Vilayeti Türkiye’nin en güzel illerinden birisidir.
Son derece önemli bir jeopolitik konuma sahip olmasına rağmen Türk toplumunun günlük yaşamında biraz kenarda kalmış bir bölgedir. Belki de kenarda kalması istendiği için tren ve kara yolları kavşakların ötesinde bırakılmış, sanki deniz kenarında dışlanmış gibi bir durumu vardır. Türkiye haritasına bakıldığı zaman da, Çanakkale’nin biraz kenarda kalan bir yere sahip olduğu, bu hali ile de ülkenin günlük yaşamının dışında bırakıldığı görülmektedir. Bu sessiz ve sakin kent, Türkiye genelinde ele alınırsa günlük yaşımın dışında bırakılmasının arkasında başka nedenler bulunup bulunmadığı konusu tartışılabilir. Kenar bir kent olması ve çok önemli bir su yolu olan boğazlar üzerinde konumlanması düşünüldüğünde, güvenlik endişelerinin de Çanakkale üzerinde etkili olduğu anlaşılmaktadır. Tarihte yaşanmış olan Çanakkale savaşlarından, Türk devletinin önemli dersler çıkardığı söylenebilir. Belki de bu nedenle, kentin ana yol kavşaklarının dışında kalması ve demir yolu ulaşım sistemine dahil edilmemesi düşünülmüş olabilir.

Türkiye Cumhuriyetinin kenarda ve köşede kalmış bu en sessiz vilayeti, son yıllarda çok ciddi boyutlarda gösterişli ve gürültülü olaylara sahne olmakta. Her sene Mart ayından başlayarak Hazirana kadar üç ay süre ile bir çok turist grupları Çanakkale’ye gelerek günlerce kalmakta, devlet ve özel kuruluşlar aracılığı ile yapılan çeşitli organizasyonlarla Çanakkale savaşları bir kez daha gündeme getirilmektedir. Bir anlamda her yıl üç ay süren bu düzenlemelerle, kentin tarihte yaşayan boyutu öne çıkarılmakta sanki Çanakkale bugünün Türkiye’sinin bir kenti değilmiş ama Efes, Milet ya da Truva gibi bu bölgede eskiden kalmış bir tarihi yerleşim merkezi imiş gibi bambaşka bir durum yaratılmaktadır. İlk bakışta anlaşılamayan bu tür gelişmelerin her yıl düzenli olarak tekrar edilmesi, giderek artan bir boyutta daha geniş programlarla kamuoyu önüne getirilmesi karşısında zihinlerde bazı haklı sorular ve kuşkular gündeme gelmektedir. Neden her yıl binlerce insan yabancı ülkelerden gelerek Çanakkale’de düzenlenen büyük törenlere katılmakta ve bu katılım giderek genişlemektedir? Bu haklı sorunun gerçekci bir doğrultuda yanıtı verilemediği sürece, neler olup bittiğini kavrayabilmek giderek zorlaşmaktadır.

Çanakkale’de, Türk kamuoyunca pek de anlaşılamayan yeni bir durum vardır ve bunun ne anlama geldiği ciddi olarak açıklanmamaktadır.
Gerçeği öğrenmek için Çanakkale’ye gidildiğinde ve biraz kalınarak incelemeler yapıldığında neler olup bittiği hemen anlaşılabilmektedir. Her yıl düzenli olarak Çanakkale anma toplantılarına katılan yabancıların çoğunluğunun bu kentte toprak almağa başladıkları ve tıpkı İngilizlerin Didim’de, Fransızların Fethiye’de, Almanların Alanya’da yerleşmeğe başladıkları gibi, Çanakkale savaşlarında ölen eski Avustrulya ve Yeni Zellanda’lı askerlerin torunlarının da dedelerinin yatmakta olduğu bu topraklara yerleşerek, geleceğe dönük yeni bir yerleşim hazırlığı içinde oldukları meydana çıkmaktadır.

İngiliz emperyalizminin eski sömürgesi olan Avustralya ve Yeni Zellanda’dan toplanan askerlerin Çanakkale savaşlarına İngiliz ordusunun paralı askerleri olarak katılmalırı nedeniyle, epeyce bir Anzak askeri Çanakkale savaşları sırasında olmüş ve Gelibolu yarnımadasındaki mezarlığa gömülmüşlerdir. Her yıl düzenli olarak yapılan anma törenlerine bu askerlerin torunları katıldığı için, organizasyonlar daha da büyümekte ve düzenliliğin kurumsallaştığı bu aşamada bugünün torunları dedelerinin yattığı topraklarda gayrimenkul alarak bu bölgeye kalıcı olarak yerleşmenin yollarını aramaktadırlar. Bu nedenle artık Çanakkale’de yeni bir dönem başlamıştır. Çanakkale böylece bir Türk kenti olmaktan çıkmakta, bu kentte yaşayan Türk vatandaşları, Çanakkale’yi eski sömürge askerlerinin torunları ile paylaşmak durumunda bırakılmaktadırlar. İnsani yönden anlaşılabilecek duygusal tutumların artık geride kaldığı, geleceğe dönük ciddi bir yerleşim ve yeniden yapılanma planları doğrultusunda, Çanakkale’nin dıştan güdümlü ve ulusal olmayan yeni bir yapılanmaya doğru emperyalist bir yaklaşım çerçevesinde zorlandığı görülmektedir. Torunların duygusal yaktlaşımlarının emperyal merkezler tarafından kullanıldığı ve bu yabancı kişilerin, dedelerinin bu topraklarda olması gerekçesi ile çanakkale’ye kalıcı olarak yerleşmeleri hem teşvik edilmekte hem de parasal olarak dış merkezler tarafından desteklenmektedir. Bu, artık iyiniyetli torunların dedelerinin yanıbaşına yerleşmek arzusunun ötesine geçen planlı ve programlı yeni bir emperyal girişime dönüşmüştür .

Son yıllarda, küresel emperyalizmin zorlamaları ile Türkiye’de yabancılara toprak satışı fazlasıyla hızlanmıştır. Açıklanan resmi rakamlara göre Türkiye Cumhuriyeti topraklarının genel olarak yirmide biri yabancı ülke vatandaşlarına satılmıştır. Böylece, Birinci dünya savaşı sonrasında orduları ile işgal ederek alamadıkları dünyanın en değerli topraklarını yabancılar, özel satışlar yolu ile elde edebilmektedirler. Bir anlamda silahla alamadıklarını yabancı paralar üzerinden ele geçirmekteler ve yerleşerek Türkiye’nin ulusal ve üniter devlet yapısını bozarak Yeni Bizans Federasyonu oluşturabilmenin arayışlarına girebilmektedirler. Türk devletinin Lozan Antlaşması ile bütün dünyaca kabul edilmiş olan sınırlarının ve hukuki yapısının, emperyalist planlar doğrultusunda değiştirilmesi için çaba gösterilirken, Yeni Bizans Federasyonunun Anzak eyaleti de çanakkale vilayeti sınırları içerisinde kurulmaktadır.

İngiliz emperyalizminin uzantısı olan Avustralya ve Yeni Zellanda askerleri, Anzak adı altında Mısır’da toplanarak I915 yılında nasıl Çanakkale’ye saldırıya geçtilerse, yüzyıl sonra şimdi de torunları gene Londra’nın komutasında hareket ederek yeni bir saldırı ile Çanakkale’ye yönelmektedirler. Dedelerinin silahla savaşarak alamadıkları bu değerli toprakları, yüz yıl sonra torunları sterlin üzerinden kolayca ele geçirmektedirler.

Yabancılara toprak satışının serbest bırakılması ve hiç bir biçimde devlet tarafından kontrol edilmemesi de, yabancıların emperyalist amaçlarla Türk topraklarına yerleşmelerini kolaylaştırmaktadır. Anzakların torunları da, İngiltere’nin öncülüğünde bu durumdan yararlanarak, Çanakkale toprakları üzerinde yeni bir Anzak eyaletini, geleceğin Yeni Bizans Federasyonunu oluşturma doğrultusunda Londra’nın sermaye desteği ile kurmaktadırlar. İngilizlerle beraber Fransızların ve Almanların da aynı doğrultuda Türkiye’nin batı sahillerine yerleşmeleri, Anzak eyaletinin bu topraklarda oluşturulması girişimlerini kolaylaştırmakta ve dolaylı bir dış destek sağlamaktadır.

Çanakkale’nin tam ortasında bulunan aynalı çarşı önemli bir halk türküsüne konu olmuştur. Türk gencinin düşmana karşı çıkışının ve milli mücadele için direnişinin öyküsü, Çanakkale içinde vurulmakla dile getirilmiştir. Üçyüz bin gencini boğazların savunulmasında yitiren bir ulusun, bu kadar kolay topraklarını yabancılara satması ve yeniden Türk gençlerinin Çanakkale içinde bu kez manevi olarak vurulmaları toprak sahibi yabancıların bu kente sahip çıkmalarıyla gündeme gelmektedir. Yüz yıl önce emperyalizmin silahlı birliklerine karşı verilmiş olan bir kurtuluş savaşının bir benzerinin, bu kez dolar ve sterlin üzerinden bu kutsal toprakları ele geçirmek isteyen Atlantik emperyalizminin yavrusu olan. Anzaklara karşı verilmesi gerekmektedir.

Avustralya ve Yeni Zellanda gibi dünyanın öbür ucundaki ülkelerden gelerek, merkezi coğrafyaya yerleşmek üzere harekete geçen yeni Anzak hareketinin, Çanakkale boğazının kenarlarında geleceğin Anzak yapılanmasını oluşturabilmek üzere her yıl daha planlı ve programlı bir tutum sergilediği görülmektedir. Türkiye’nin Ege ve Akdeniz sahillerinde Avrupa ülkelerinin tarihteki eski Yunan kolonileri gibi yerleşim merkezleri oluşturmağa çalıştığı bu aşamada benzeri bir gelişme Anzaklar aracılığı ile Çanakkale boğazının kenarlarına da taşınmaktadır. Boğazın en güzel yerleri, kentin deniz kenharındaki en değerli yerleşim merkezleri zaman içerisinde yavaş yavaş Anzakların eline geçmekte ve böylece dedelerinin başlayıp da bitiremediği işi torunları para gücü ile tamamlamağa çalışmaktadırlar. İngiltere’nin emperyalist planları ve oyunları doğrultusunda, Çanakkale boğazının iki yakasına yerleşmekte olan Anzakların, geleceğin dünyasında ayrı bir topluluk olarak tarihsel olayın yaşandığı toprakları hareket noktası olarak belirlediklmeri görülmektedir. Çanakkale savaşlarının Avustralya ve Yeni Zellanda’da uluslaşmanın başlangıcı olarak kabul edilmesi nedeniyle, ikinci ve üçüncü torun kuşakları kendi kimliklerini dedelerinin öldüğü topraklarda aramaktalar ve İngiliz emperyalizminin dolduruşuna gelerek Çanakkale kıyılarına yerleşmeyi tercih etmektedirler. Onların gelecek planlarının Çanakkale’ye yöneldiği bu aşamada Türklerin bu kent üzerinde etkileri giderek zayıflamağa başlamıştır. Çanakkale de artık son seçimlerin gösterdiği gibi, sahillerdeki yabancı yerleşiminin, sahil kentlerini merkezden uzaklaştırdığı yeni bir aşamaya gelindiğini göstermektedir .

Türkiye açısından son derece kritik ve stratejik bir bölgede yer alan Çanakkale kentinin giderek Türklükten ve Türkiye’den uzaklaşmasını seyreden Türk kamuoyunun, bu kentin her yıl düzenli olarak yapılan anma gösteri ve düzenlemeleriyle giderek Anzaklaştırıldığını artık görmesi gerekmektedir.

Sahillerin yabancıların eline geçmesi furyası içerisinde Çanakkale kenti topraklarının da Anzakların bugünkü torunlarına hediye edilmesinin sağlanmağa çalışıldığı anlaşılmaktadır. Anzaklar sadece kente gelerek toprak ya da ev almamakta, bu kente yatırım yaparak, Çanakkale de ki işletmeleri ve fabrikaları da ele geçirebilmenin planlı bir uygulamasını devreye sokmağa çalışmaktadırlar. Toprak alımları topluca yapılmakta, dışarıdan para İngiliz bankaları aracılığı ile gelmekte ve böylece, Türklerle Anzakların karışmasına meydan vermeden, il sınırları içerisinde Anzak yerleşim bölgeleri yaratılmağa çalışılmaktadır.

Alanya ve Didim’deki gelişmelere paralel biçimde, sahil bölgelerinde yabancı yerleşim bölgeleri Türklerden ayrı olarak düşünülmektedir. Hedeflenen amaç, Didim, Fethiye ve Alanya benzeri bir sahil yerleşim yapılanmasını Anzak torunları vasıtasıyla çanakkale bölgesine taşımaktadır. Böylece, bu boğaz kentinin Türk ve müslüman yapılanmasına karşı geleceğe dönük bir yabancı ve gayrimüslim yapılanma her yıl genişletilerek sürdürülmek istenmektedir. Bir anlamda bir Türk kenti olan Çanakkale’nin yeniden eski Bizans döneminde olduğu gibi Dardanel’e dönüştürülmesi sözkonusudur. Eskiden bu bölgenin hırıstıyan dönemindeki adı şimdilerde bir balık konservesinin marka adı olarak kllanılmaktadır. Bugün için Türkler açısından bir konserve markası olan eski ismin yeniden canlandırılması, Anzak eyaleti oluşumu ile gündeme getirilebilmektedir. Eski bir Yunan kolonisi, bugünün koşullarında İngiliz emperyalizminin girişimleri ve Anzak torunlarının katılımı ile yeni bir plan olarak devreye sokulabilmektedir.

Yirminci yüzyılın sonlarında, Avustralya kıtasının yirmibirinci yüzyılın Amerikası olacağı ve bu doğrultuda Atlas okyanusunun yerini Büyük Okyanus’un alacağı söylenirdi. Ne var ki, gelişmeler bunun tamamen tersi bir doğrultuda gündeme gelmiş, dünya hegemonyasındaki çekişme İsrail yüzünden merkezi coğrafyaya kaymıştır. Bu durumda Avustralya ve Yeni Zellanda dünyanın gerisinde kalmışlardır. Yeni Amerika olma hedefi geride kalınca ve dünya kavgası merkezi coğrafyaya yönelince, bunun üzerine eski dünya devletinin kurucusu İngiltere’de tıpkı siyonist yahudiler gibi merkezi coğrafya hegemonyasına kalkışmıştır.

İngilizler bu doğrultuda didim gibi sahil kentlerini ele geçirirken, Türkiye’nin diğer bölgelerine, Kuzey Kıbrıs’a, Karadeniz’de Bulgaristan kıyılarına, Ukrayna’nın sahil şeridine, Tuna ırmağının kenarlarına, İstanbul civarına önem vererek buralara yerleşmeğe başlamışlardır. Böylesine bir merkezi coğrafyada Anglosakson hegemonyası oluşturulurken, Çanakkale kenti ve bölgesi önem kazanmış ve bunun üzerine İnglizler de Anzakların torunlarını örgütleyerek Çanakkale boğazının iki yakasına onlar aracılığı ile yerleşmeğe başlamışlardır. Günümüzün Anzak eyaleti projesi böylesine bir gelişim sürecinin sonucunda ortaya çıkmıştır.

Benzeri bir biçimde, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde geleceğin yeni eyaletleri, gayrimüslim nüfus yoğunluğu artırılarak ve misyonerlik çalışmaları güçlendirilerek yeni Bizansa doğru oluşturulmağa çalışılmaktadır. Türkiye’nin Trakya, Ege, Marmara, Akdeniz ve Gneydoğu ile doğu bölgelerinde benzeri eyaletler oluşturma çabalarının dış desteklerle emperyal planlar doğrultusunda giderek arttığı bu aşamada Türk ulusunun son derece dikkatle davranması ve Türk devletinin de gereken önlemleri alması gerekmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkler, dünyanın merkezi coğrafyasında ve en değerli topraklar üzerinde yaşadıklarını her zaman için hatırlayarak hareket etmek ve yeni ortaya çıkan gelişmeleri böylesine bir bilinçle izlemek durumundadırlar. Aksi takdirde dünyanın zenginleri, yeryüzünün en değerli topraklarını yani Türkiye’nin ülkesini ele geçirebilmek için her yolu deneyeceklerdir.

Türkler ikinci bir ulusal kurtuluş savaşı vermemek için, Çanakkale boğazının kenarlarında başlamış olan Anzak eyaleti oluşturma planlarının önünü kesmek zorunda ve durumundadırlar. Unutulmamalıdır ki, üçyüz bin Türk askerinin şehit olmasıyla Çanakkalenin geçilemiyeceği bütün dünyaya gösterilmiştir. Bugünün yöneticileri de, Çanakkale’nin geçilemiyeceği gibi, satılamıyacağını da artık görmek ve yeni Anzak eyaleti oluşturmak planlarını durdurmak zorundadırlar.

Gelibolu şehitliğinde yatan şehitlerimizin anıları önünde saygı ile eğilirken;
Çanakkale’nin bir Türk kenti olarak kalması güvence altına alınmalıdır derim.

18 Mart 2019 Pazartesi

18 Mart, Çanakkale Savaşlarının başlangıcının yıl dönümü: "ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE MUSTAFA KEMAL "Sonuçlarıyla, Türkiye’nin olduğu kadar dünyanın geleceğini etkileyen büyük savaş (Kuramsal Aktarım/Metin Aydoğan)

ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE MUSTAFA KEMAL "ATATÜRK"
18 Mart, Çanakkale Savaşlarının başlangıcının yıl dönümüdür. Sonuçlarıyla, Türkiye’nin olduğu kadar dünyanın da geleceğini etkileyen bu büyük savaş; savaştan çok, inançta birleşmiş yoksul bir ulusun neleri başaracağını gösteren bir destandır. Bu yazıyı, bir metrekaresine 6500 mermi düşen Gelibolu Yarımadası’nda şehit düşenlerin anısına saygı için yayınlıyoruz.

Gelibolu Yarımadası’nda bugün küçük bir mermer anıtın yükseldiği Kemalyeri, Mustafa Kemal’in Arıburnu savaşlarını yönettiği yere verilen addır. Kimi Türk tarihçisi, Kemalyeri için “Mustafa Kemal’in gerçek doğum yeri” der. Türk halkı onu Kemalyeri’nde tanıdı, Conkbayırı’yla yüceltti,“Anafartalar’ın yenilmez komutanı” olarak ona duygulu ve içten bir saygıyla bağlandı. Saygı ve bağlılığı, halk kahramanlarına binlerce yıldır gösterilen gizemli bir sevgi, halk söylencelerinde görülen destansı öğeler içerir. Türk halkı için, yurdu kurtaran, “ölümden korkmaz ” kahraman; asker için, kendisiyle birlikte en önde savaşan ve asla yenilmeyen, “kurşun işlemez” bir komutan; subay için, iyi yetişmiş bilgili bir asker, usta bir savaş tasarımcısı ve “güvenilir bir” komutandır.

Çanakkale ve Mustafa Kemal
Çanakkale Savaşı, Türkiye’de ve dünyada ne denli etkili olduysa, Mustafa Kemal de Çanakkale Savaşları üzerinde o denli etkili olmuştur. Yarbay rütbesinde bir subayın çok önemli sonuçlar doğuran büyük bir savaşta, belirleyici düzeyde etkili olması sıradışı bir olaydır.
İngiliz General Aspinal Oglander, bu durumu, İngiltere resmi tarihinde, “bir tümen komutanının, üç ayrı yerde, tek başına giriştiği harekatlarla; bir savaşın, hatta bir ulusun kaderini değiştirecek büyüklükte bir zafer kazandığı tarihte pek enderdir”1 sözleriyle dile getirmiştir.
Türkiye’de, yeterince incelenmeyen, üstelik çoğu kez çarpıtılan Çanakkale Savaşı ve Mustafa Kemal olgusu, neden ve sonuçlarıyla ve en küçük ayrıntısına dek, Batıda incelenmiş, askeri-politik uygulamalarda edinilen deneyimler, 20.yüzyıl boyunca kullanılmıştır. Türkiye Çanakkale’yi unuturken, Batı hiçbir zaman unutmamıştır.
Kemalyeri
Gelibolu Yarımadası’nda bugün küçük bir mermer anıtın yükseldiği Kemalyeri, Mustafa Kemal’in Arıburnu savaşlarını yönettiği yere verilen addır. Kimi Türk tarihçisi, Kemalyeri için “Mustafa Kemal’in gerçek doğum yeri” der. Türk halkı onu Kemalyeri’nde tanıdı, Conkbayırı’yla yüceltti,“Anafartalar’ın yenilmez komutanı” olarak ona duygulu ve içten bir saygıyla bağlandı.
Saygı ve bağlılığı, halk kahramanlarına binlerce yıldır gösterilen gizemli bir sevgi, halk söylencelerinde görülen destansı öğeler içeriyor. Türk halkı için, yurdu kurtaran, “ölümden korkmaz” kahraman; asker için, kendisiyle birlikte en önde savaşan ve asla yenilmeyen, “kurşun işlemez” bir komutan; subay için, iyi yetişmiş bilgili bir asker, usta bir savaş tasarımcısı ve “güvenilir bir” komutandır.
Çanakkale’de oluşan bu imgeyi, Harp Akademisi eski komutanlarından Orgeneral Ali Fuat Erden (1882-1957), “Mustafa Kemal, Türk milletinin Çanakkale Savaşlarında bulduğu en gerekli insandır” biçiminde dile getirir.2 Çanakkale saldırısını öneren ve yenilgiden sorumlu tutulan3 İngiltere Denizcilik Bakanı Sir Winston Churchill için ise Mustafa Kemal, savaşın yönünü değiştiren “bir kader adamıdır”.4

Kendini Yetiştiren Kurmay Subay
Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki başarısı, yurt sevgisine dayalı inanç ve kararlılık yanında, sahip olduğu askeri bilgi ve deneyimlere dayanır. Okuyor, araştırıyor ve yüzbaşılığından beri, tüm tatbikatlara büyük bir özen ve dikkatle hazırlanıp katılıyordu.
Savaşta deniz-kara işbirliğinin önemini incelemiş, düşüncelerini Trablusgarp’ta sınama olanağı bulmuştu. İtalyan askerinin deniz topçusunun ateşiyle korunarak karaya çıkarılmasının, kıyı savunmasını güç duruma soktuğunu görmüş, çıkartmalarda, denizden yapılan topçu ateşinin taktik gücünü kavramıştı.
Bilgisini dizgeli bir görüş durumuna getirerek, alınacak önlemler konusunda, askeri değeri olan yeni düşünceler geliştirmişti. Çanakkale savaşı başladığında, deniz-kara işbirliği konusunda bilgi ve deneyimi olan tek subay oydu. Çanakkale’deki başarısının bir başka nedeni, yüksek donanımlı bir komutan olmasıydı.5

Ulusal Önder
Dönemin aydınları, Çanakkale’den haberler geldikçe, yalnızca iyi yetişmiş bir komutanla değil, çok gereksinim duydukları ve belki de yıllardır bekledikleri, ulusal bir önderle karşılaşmakta olduklarını düşündüler. “1915 de, İstanbul’un kurtuluşunu büyük ölçüde ona borçlu olduklarını”öğrenmişler6, onun ülke geleceğinde önemli bir yeri olacağını anlamışlardı. Bu anlayış, ilerdeki Kurtuluş Savaşı’yla Cumhuriyet Devrimleri’nin dayandığı inanç ve güvenin temelini oluşturacak, onu “vatan kurtarıcılığından yeni bir devletin kuruculuğuna” götürecektir.7
Çanakkale’de ortaya çıkan Mustafa Kemal imgesinin nasıl oluştuğunu anlamak için, orada nelerin yapıldığını ve neler yaşandığını bilmek gerekir. Bu bilgiye birinci elden ulaşmak, olayları onun anlatımıyla öğrenmek daha anlamlıdır. Hiç sevmediği savaştan ve acılarla dolu anılarından söz etmekten pek hoşlanmadığı için, bu tür anlatımlar çok değildir.
Çanakkale Savaşları ile ilgili açıklamalar yaptığı Ruşen Eşref’e imzalayarak verdiği (24 Mayıs 1918) fotoğrafın arkasına; “Her şeye karşın kuşkusuz ki bir aydınlığa doğru yürümekteyiz. Bende bu inancı yaşatan güç, yalnız sevgili ülkeme ve ulusuma duyduğum sınırsız sevgim değil, bugünün karanlıkları içinde, yalnızca yurt ve gerçek sevgisiyle ışık saçmaya ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir...” diye yazmıştı.8

Usta Savaşçı
İngiliz ve Fransız birlikleri, Avustralya ve Yeni Zelandalılar’dan oluşan Anzak Kolordusu’yla birlikte, 25 Nisan 1915’te Arıburnu’ndan çıkartma girişiminde bulundu. O günlerdeki çarpışmalar; onun savaşan askerle birlikteliğini, kararlılığını ve komutan olarak yeteneklerini ortaya koyan örneklerle doludur.
Sabaha karşı çıkartmaya başlayan düşmanın, Conkbayırı’ndan tepeye doğru ilerlediğini gördüğünde, ana çıkarmanın yapılmakta olduğunu anladı ve hemen harekete geçti. Conkbayırı’nın önemini biliyordu. Fransız Tarihçi Benoit Mechin’in daha sonra yazdığı gibi, “İstanbul’un kilidi Çanakkale Boğazı, Çanakkale Boğazı’nın kilidi ise Conkbayırı’ydı; burayı ele geçiren, İstanbul’u ele geçirecekti”.9
25 Nisan’da başlayan ve 16 Mayıs’a dek 21 gün süren Conkbayırı savunması, tarihin gördüğü en kanlı savaşlardan biridir. Saldırının ilk günü; düşman durdurulmuş, Kabatepe çıkarması başarısız kılınmış ve düşmana ağır yitikler verdirilmişti. Saldırıyı gerçekleştiren Kolordu Komutanı General Birdwood, 25 Nisan akşamı İngiliz Kuvvetler Komutanı General Hamilton’a başvurmuş ve çıkartmanın durdurularak “bütün askerlerin geri çekilmesini” istemişti.10
Komuta yeteneği ve ortaya konan direnme gücü bakımından olağanüstü bir gün olan 25 Nisan 1915 için, Ruşen Eşref’e şunları anlatır: “Yirmi dört saatten beri aralıksız süren savaş, askeri çok yormuştu. Verdiğim bir emirle saldırıyı kestim. Ancak vatanı kurtarmak için, kazanılmış olan hattı güçlendirmekten ve ne olursa olsun bırakmamaktan başka çare yoktu. Bu nedenle gereken şu emri verdim: ‘Benimle birlikte burada savaşan bütün askerler bilmelidirler ki, bize verilmiş olan namus görevimizi tümüyle yerine getirmek için, bir adım geri gitmek yoktur. Rahatlık uykusu aramanın, yalnız kendimizin değil, bütün milletin sonsuza kadar rahattan yoksun kalmasına neden olacağını, hepinize hatırlatırım”.11

Askere Örnek Olma
Mustafa Kemal, bu tür subayların en ileri örneklerinden biriydi. Kurup eğittiği birliklerin ve savaşın o denli içindeydi ki, Çanakkale’den sağ çıkması olasılığı düşük bir rastlantıydı. Çok dar bir alanda, beş yüz bin insanın ölüp yaralandığı kanlı bir savaşta, çatışmaların yalnızca içinde değil, hemen her zaman önündeydi. Üstelik sağlığı da pek yerinde değildi. Buna karşın, askere gönülgücü (moral) vermeyi amaçlayan, bilinçli bir yüreklilik ve atılganlık gösterdi.
Sürekli “ilk ateş hattında”12 dır. “Ne yokluktan ne de sıcaktan”13 yakınır. Birlikte savaştığı askerlerle yazgısını birleştirmiş, ölümü içeren kutsal bir bütünlüğe ulaşmıştır. Ölümden korkmaz. Birliklerini etkilemek için, “düşman mermilerine ölçülü bir gözüpeklikle karşı çıkar”14, hiçbir düşman kurşunu kendisine değmeyecekmiş gibi davranır.
Çatışmanın yoğunlaştığı bir gün, savaşı yönettiği yer, seri bir top ateşiyle karşılaşır. İlk mermi, bulunduğu yerin altmış metre ötesine, ikinci ve üçüncüsü kırk ve yirmi metre yakınına düşer. Uzaklık ve zamanlama hesaplanmış ve dördüncü merminin onun bulunduğu yere düşeceği saptanmıştır. Subaylar kaygıyla uyarırlar, ancak yerinden kalkmaz ve sigarasını içmeyi sürdürerek, “artık çok geç, kaçarak askere kötü örnek olamam”15der. Siperdekiler, dehşetle dona kalmış bir durumda, dördüncü merminin düşmesini beklerler. Ancak bir şey olmaz; “düşman üç mermi atmış, dördüncü atışı yapmamıştır”.16
10 Ağustos’taki Conkbayırı çatışmalarının en önemli anında, göğsünden vurulur. Durumu gören yanındaki Yarbay Servet’e (Yurdatapan) susmasını işaret eder, bir şey olmamış gibi davranır. Mermi parçası, üst cebindeki saate denk gelmiş ve kendi söylemiyle, “büyükçe bir kan çukuru bırakmaktan” başka bir zarar vermemişti.17
Parçalanmış saati, aynı akşam, karargahta karşılaştığı Ordu Komutanı Liman von Sanders’e armağan eder. Son derece duygulanan Sanders,“aile markalı” kendi altın saatini o günün anısına olarak ona verir.18

Büyük Yığınak
İngiltere ve Fransa, Churchill’in önerilerine uygun olarak, Mısır’a ve Çanakkale Boğazı’nın karşısındaki Limni Adası’na, “iki yüz binden fazlasını”savaşta yitireceği19 büyük bir askeri güç yığdı. Doğu Akdeniz Donanması’nı İskenderiye’de topladı; Avustralya ve Yeni Zelanda dahil, sömürgelerden asker getirildi.
İngiliz donanmasının, “teknoloji harikası” en yeni gemileri bu işe verildi. Önemli bir direnişle karşılaşılmayacağı söyleniyordu ancak büyük bir hazırlık yapılıyordu. Hazırlıklar yoğun biçimde sürerken, kimi çevrelerde kaygı ve kuşkular belirmeye başlamıştı. “Türkler’in askerlikteki ustalığını”20bilen Amiral Fisher, “korkularını yutmuş” hazırlıkları sürdürüyordu. Ancak, İngiliz Deniz Kuvvetleri’ni, “Çanakkale’nin zorlanarak, modern bir donanmayı böyle bir tehlike altına sokmanın” kaygısı sarmıştı.21
Churchill, üç yıl önce 1911’de benzer düşünceler taşıyordu. Ancak, Aralık (1915) başındaki kabine toplantısında, “Almanlar’ın Belçika’daki savunma hatlarına yaptığı bombalamayı ve bunun etkilerini” gördükten sonra düşüncesini değiştirdiğini açıkladı ve “yerleri bilinen modası geçmiş Türk toplarının” kolayca yok edileceğini, savaşın kolay kazanılacağını ileri sürdü.
Savaş Bakanı Lord Herbert Kitchener (1850-1916) başta olmak üzere, “Savaş Kabinesini yola getirdi”22 ve donanmayı Çanakkale’ye gönderdi. O dönemde, “yenilmesi olanaksız, karşı konulmaz güç” olarak görülen, dünyanın en büyük deniz gücü, 19 Şubat 1915’te, yedi bin nüfuslu Çanakkale’nin“dış tabyalarını bombalayarak” saldırıya geçti.23
Savaş Bakanı Kitchener; Çanakkale Ortak Kuvvetler Komutanı, Sir Monteith Hamilton’a (1853-1947) gönderdiği iletide, şunları söylüyordu:“Çanakkale’yi alıp İstanbul’u susturursanız, bir zafer kazanmayacaksınız, savaşı (Dünya Savaşı’nı y.n.) kazanacaksınız”.24

Şaşırtıcı Direnç ve Düşkırıklığı
Masa başında hazırlanan plan, dışardan bakıldığında; akılcıl, parlak sonuçlu ve kolay uygulanabilir görülüyordu. Ancak, savaş başlar başlamaz,Churcill başta olmak üzere, savaş kabinesi üyeleri ve askeri yetkililer karamsar bir düş kırıklığına uğradılar.
Bir yıl önce, Balkan Savaşı’nda, “bir nefeste bir vilayeti bırakıp dağılan”25 bir ordu yerine, dünyanın en büyük askeri gücüne karşı, “savunduğu toprağın bir karışı için, bir taburunun kanını bir nefeste kurban eden”26 bir orduyla karşılaşmışlardı. “Herkes, bulunduğu taşa, toprağa; elleri, ayaklarıyla sarılmış, ölüyor ama tutunduğu yeri bırakmıyordu”.27 Gözleriyle gördükleri büyük değişim, “bir komuta mucizesi mi, yoksa anlaşılması olanaksız bir bilinmezlik miydi?”28
İki savaş arasında orduda görülen direnç gücü ve savaşkanlık ayrımı, birçok insan için, anlaşılması olanaksız boyuttaydı. Ancak, kuşkusuz bir bilinmezlik olayı değildi. Türk halkında varlığını her zaman sürdüren yurt savunma güdüsü, yönetim yeteneği yüksek, bilinçli ve atılgan komutanlık istenciyle buluşunca, Çanakkale’deki direnişi ortaya çıkarmıştı. Aynı sonuç, dört yıl sonra, yapılamaz denilen Anadolu direnişinde alınacak; Kurtuluş Savaşı’yla, büyük güçlerin Türkiye’ye yönelik plan ve uygulamaları, Çanakkale’de olduğu gibi geçersiz kılınacaktır.

Savaşı Yitiriyorlar
Savaşın sonucu, 1915 Ağustos’unda belli oldu. Anafartalar cephesindeki Conkbayırı ve Kireçtepe çatışmaları, Çanakkale zaferini belirleyen savaşlardı. Saldırganların savaşım isteği kırılmış, tinsel gücü çökmüştü. Ne yaparlarsa yapsınlar, başarılı olamıyor, Türk savunmasını aşamıyorlardı. Askeri teknolojinin en son ürünlerini kullanıyor, askerlerine her türlü olanağı sağlıyor ancak Türk askerini yenemiyorlardı.
İnsanlık suçu saydıkları kimyasal silah bile kullandılar. Türk Ordusu içinde önce, “zehirli gaz kullanılacak, önleyecek gücümüz yok” sözünü yayıp, direnç gücünü kırmaya çalıştılar Daha sonra, gerçekten kimyasal silah kullandılar.
Mustafa Kemal, bu konuyu ilerde şöyle anlatacaktır: “Çanakkale Savaşları sırasında, düşmanın zehirli gaz kullanacağı haberi duyuldu; (önlem alacak y.n.) karşı bir silahımız yok. Düşman zehirli gaz kullansa bile, biz tepedeyiz onlar ovada, bize tesir etmez sözünü yazdım (cepheye dağıttırdım y.n.). Daha sonra bir deneme yaptılarsa da, rüzgarın yön değiştirmesi üzerine bu beladan da kurtulmuş olduk. Askerin de bize güveni arttı”.29
Büyük bir orduyla gelmelerine karşın, Müttefik komutanlar daha çok askere gereksinim olduğunu söylüyordu. Hamilton; 17 Ağustos’ta Londra’ya gönderdiği raporda, “yeni ve büyük çapta” yardımcı kuvvet gönderilmesini istiyor ve “üzülerek söylemeliyim ki, Türkler bizim bazı birliklerimiz üzerinde manevi üstünlük sağlamıştır; iyi komuta edilen ve cesaretle savaşan bir ordunun karşısındayız... Eğer, Majestelerinin Hükümeti benim denize dökülmemi istemiyorsa, derhal 95 bin yeni asker gönderilmelidir” diyordu.30

Sonucu Gören Uyarılar
Hamilton kaygısında haklıydı. Conkbayırı yenilgisinden sonra, bağlaşık (itilaf) ordusu savaş gücünü önemli oranda yitirmiş, sahil şeridine sıkışıp kalmıştı. Yaptıkları her çıkış püskürtülüyor, birlikleri sürekli eriyordu. Denize dökülerek Gelibolu’dan tümüyle atılabilecek durumdaydılar.Mustafa Kemal, üstlerine ve asker arkadaşlarına, “Düşman artık güçsüz, tümüyle kovulabilir”31 diye yazılar yazıyor, saldırıya geçilmesini istiyordu. Ancak, gerek Ordu Komutanı Liman Von Sanders, gerekse Başkomutan Vekili Enver Paşa, uyarılarını değerlendirip harekete geçmiyordu.
Bağlaşık ordularındaki çözülme ve “Çanakkale’yi terk etme eğilimini”32 görmüş, belli etmemeye çalışarak çekileceğini anlamıştı. Gizliden başlattıkları çekilmenin 1916 başında tamamlanacağını öngörüyordu. “Buna fırsat vermeden işgalcileri yok etmek için, son bir saldırının tam zamanıdır”33diyerek, harekete geçilmesi için üstlerini zorladı. Ancak, “çekilme ihtimali görülmemektedir” 34, “harcanacak kuvvetimiz yok”35 biçiminde yanıtlar aldı.
Saldırı önerisinin kabul edilmemesi üzerine, komutan olarak Çanakkale’de yapacağı önemli bir işi kalmamıştı. Görevini 10 Aralık’ta 5.Ordu Komutanı Fevzi Paşa’ya (Çakmak) bırakarak İstanbul’a döndü. Dönüşünü daha sonra Salih Bozok’a şöyle anlatacaktır: “Düşmanın çekileceğini anladığım için saldırılmasını önermiştim. Ancak önerimi kabul etmediler. Bu nedenle canım sıkılmıştı. Çok da yorgundum. İzin alarak İstanbul’a geldim. Eğer düşman, ben oradayken çekilmiş olsaydı, herhalde daha çok sıkılacaktım”.36

Gerçekleşen Öngörü
İtilaf Devletleri, sanki Çanakkale’den ayrılmasını bekliyormuş gibi, 19 Aralık 1915’te, yani onun İstanbul’a gidişinden dokuz gün sonra çekilmeye başladı. Karanlık ve sisten yararlanarak sessizce hareket ediyor, çekilmeyi belli etmemeye çalışıyorlardı. 31 Aralık’tan 8 Ocak 1916’ya dek, 95 bin asker ve büyük miktarda askeri donanım, silah ve yiyeceği gemilere yüklediler.
Price George Kruvazörü, karanlık ve puslu bir havada, son 2 bin askerle suçlulara özgü bir gizlilik içinde ve kaçar gibi, Çanakkale’den ayrıldı. Kaçışı o denli sır vermeden başarmışlardı ki, Türk yetkililer olayın farkına bile varmamışlar, durumu ancak Çanakkale’de hiçbir İngiliz kalmadığını görünce öğrenmişlerdi.37 Mustafa Kemal, bir kez daha haklı çıkmıştı.
DİPNOTLAR
1 “Millitary Operations, Gallypoly” Aspinall-Oglander: C.II, sf.485; ak. Y.Hikmet Bayur, “Atatürk- Hayatı ve Eseri-I” Atatürk Araş. Mer., Tıpkı Bas., Ank. 1997, sf.98
2 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.92
3 Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 4.Cilt, sf.2357
4 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.92
5 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit. 12.Baskı, İstanbul-1994, sf.99
6 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.92
7 a.g.e. sf.86
8 “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak. Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.124
9 “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.59
10 “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”U. Kocatürk T.İş B.Yay., Ank., sf.30
11 “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal İle Mülakat” Ruşen Eşref, Yeni Mecmua, İst.-1918; ak. Uluğ İldemir, a.g.e. sf.XXV
12 “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ankara-1997, sf.111
13 “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.60
14 a.g.e. sf.112
15 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar, 12.Bas., İst.-1994, sf.123
16 a.g.e. sf.123
17 “Tek Adam” Ş. S. Aydemir, I.C,lt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.256
18 a.g.e. sf.257
19 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi K., 9.Bas., 1983, sf.237, 238
20 “Çanakkale Savaşı”, R.R.James, “20.Yüzyıl Tarihi”, Arkın Kit., İst.-1970, sf.368
21 a.g.e. sf.364
22 a.g.e. sf.364
23 a.g.e. sf.264
24 “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk T.İş B.Y., Ank., sf.27
25 “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ankara-1997, sf.107
26 “Tek Adam” Ş. S. Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.246
27 a.g.e. sf.246
28 a.g.e. sf.246
29 “Anafartalar Muharebatına Ait Tarihçe”Uluğ İldemir, T T. K. Bas., Ankara-1990, sf.XXII
30 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.91
31 “Atatürk’ün Hayatı ve Eseri”, Hikmet Bayur, 1963, sf.95; ak. Prof.U.Kocatürk, “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”, T.İş Ban.Kül.Y., sf.42 ve “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.68
32 “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”U. Kocatürk T.İş B.Yay., Ank., sf.45
33 “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S.Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.84
34 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.125
35 “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S.Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.84
36 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.125
37 “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”U. Kocatürk T İş Ban.Yay., Ank. sf.46

Kuramsal Aktarım ve Metin Aydoğan

http://kuramsalaktarim.blogspot.com/2019/03/canakkale-savaslari-ve-mustafa-kemal.html?m=1

14 Mart 2019 Perşembe

BEKLENEN OLDU! AP'den skandal Türkiye kararı ve (Bundan Böyle) Türkiye'nin mutlaka olması gereken AB KRİTERLERİ (26 Nisan 2006 Gazete-dergi ve ajanslar)

AP'den skandal Türkiye kararı
Avrupa Parlamentosu, Turkiye'nin AB müzakerelerinin askıya alınmasının istendiği yıllık AP, raporunu, oy çokluğuyla ile 370'e 109 oyla kabul etti. Avrupa Parlamentosu, müzakerelerin askıya alınmasını öneren Türkiye raporunu kabul etti. (12 Mart 2019) Avrupa Parlamentosu, müzakerelerin askıya alınmasını öneren Türkiye raporunu kabul etti. Raporda, müzakerelerin askıya alınması önerisi dışında, ilişkilerin "etkin bir ortaklık kapsamında yeniden tanımlanması" isteniyor.,
İLK KEZ ASKIYA ALMA ÇAĞRISI
Raporun onaylanmasıyla, Avrupa Parlamentosu ilk kez üyelik sürecindeki aday bir ülke ile müzakerelerin askıya alınması çağrısı yapmış oldu. Bununla birlikte, parlamento oylaması sembolik önem taşıyor; Avrupa Komisyonu üzerinde bağlayıcı yetkisi bulunmuyor.
TÜRKİYE'NİN "OLMASI GEREKEN" AB KRİTERLERİ
TÜRKİYE'NİN "AB" KRİTERLERİ (*)
Mustafa Nevruz SINACI
Bundan böyle; Tıpkı Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam) üyeliği için yaptığı gibi yapmalı ve aynı onur, ilke, erdem, dirayet, fazilet ve kararlılıkla hareket etmeliyiz.
BUNA GÖRE:
Türkiye Cumhuriyeti, birliğe tam üye olabilmek için AB'den aşağıdaki şartları yerine getirmesini ev ödevi olarak verir ve yazılı olarak taahhüt ister:
1. Kıbrıs iki ayrı toplum, iki ayrı devlet, iki ayrı ülke olarak AB üyesi yapılacak; Annan Plânı çerçevesinde Güney Kıbrıs Yönetimi lehine sağlanan bütün haklar, vaad ve taahhütler keellem yekün yok sayılacak; T. Louzidiu dahil olmak üzere; toprak ve sair bilumum edinimler ile Londra-Zürich ve Garanti Antlaşmaları ve KKTC Anayasasına mugayir verilen bütün tavizler fesih ve iptal olunacak ve Kuzey Kıbrıs TÜRK Cumhuriyeti, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tanıyan bütün AB ülkelerince, eşit şartlar muvacehesinde tanınacaktır
2. AB Anayasası'nda, ''AB Marşı'' olarak kabul edilen, ''Bethoven'inin 9. Senfonisinin 4. Bölümü'', Hıristiyanlığın marşı olduğu için, AB'nin olması gereken laik yapısına aykırıdır. Ve de AB bu marş ile bir Avrupa Hıristiyan Cumhuriyeti olmuştur. Mezkür marş derhal değiştirilmelidir. Biz, AB'nin barış ikliminde 'Uygarlık Ülkesi' olabilmesi, için marşının da, İnsanlığın ortak yüksek ülküsü' ne uygun olması gerektiği kanaatindeyiz. Ve AB Marşı olabilecek, üzerinde konuşulabilecek bir taslak hazırladık. Aksi takdirde her devlet kendi milli marşını muhafaza edecektir.
3. AB ülkelerinde cezaevlerinde uygulanan ''Betonlaştıran İlaç'' işkencesine derhal son verilecek ve sorumlular yargılanacaktır. Ayrıca, mahkumların maruz kaldıkları tecrit uygulaması derhal kaldırılacak, Polis merkezlerinde görülen ve sistematik bir hal alan münferit işkence olaylarına hemen son verilecek ve ıslah ağırlıklı bir program uygulamasına geçilecek ve idam cezası "taammüden adam öldürme, vatana ihanet, ırza tasallut ve ölüme sebebiyet veren bütün hırsızlık, yolsuzluk ve kastı mucip kaza vukuunda" uygulamaya konulacaktır.
4. Yabancı kökenli AB vatandaşlarına karşı, ırkçı kundaklama, kışkırtma vs. gibi olaylar Hitler Almanya'sını aratmaz boyutlara ulaşmıştır. Başta Almanya ve Fransa olmak üzere tüm Avrupa'da ari ırkçı terör eylemleri artmış, hiçbir yabancı kökenli vatandaşın can ve mal güvenliği kalmamıştır! (Oysa TC, bir taraftan, yabancı kökenli vatandaşlarına güven dolu bir yaşam sunarken, yabancı turistleri de özellikle konuk olarak ağırlamaktadır. Neredeyse kendi vatanlarında Türkler 'emanet' yaşar duruma düşmüştür!). Daha iki ay önce Hollanda'da cereyan eden olaylar, geçen yıl İspanya'da Fas kökenlilere karşı uygulanan ırkçı sindirme ve tecrit, Almanya'da Türkleri hedef alan zorunlu " GÖÇ YASASI" benzeri yaptırımlar ve olaylar günlük cereyan etmekte, Fransa'da Cezayir asıllı Müslüman vatandaşlar her yerde ırkçı tecrit, yıldırma, toplumsal baskı işkencelerine maruz kalmaktadırlar. Bu alanda derhal bir Avrupa Gözlem Komisyonu kurulmalı ve sonuçlar düzenli raporlar halinde Türkiye'ye bildirilmelidir. Tüm bu olayları yerinde değerlendirmek için denetlemelere gelecek Türk delegasyonlarının incelemelerini sağlıklı yapabilmeleri için her türlü kolaylık sağlanmalıdır.
5. AB ülkelerinde yaşayan Müslüman, Musevi, Budist, Taoist, her dinden ve yahut dinsiz (ateist-pagan) olan insanlara karşı uygulanan her türlü ayrımcılık, sınırlama ve kısıtlamalara derhal son verilecek; Din, ibadet, vicdani kanaat ve dini vecibelerini özgürce yapabilmeleri için her türlü ortam hazırlanıp tedbir alınacak; Camii, Havra, Sinagog ve sair ibadethane yapım ve faaliyeti bütünüyle serbest bırakılacak; Başta eski Yugoslavya coğrafyasında yeni kurulan devletler, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Almanya olmak üzere "Müslüman (dinsel) Azınlık" kavramı ve tanımına derhal son verilecek ve bütün milletler, yaşadıkları ülke ve devletin (Türkiye'de olduğu gibi) "eşit haklara sahip" birinci sınıf vatandaşları sıfatıyla muamele göreceklerdir.
6. AB Anayasası'nın dine atıf yapan maddesi, "Avrupa'nın dini, Avrupa din kültürünün dinidir!'' biçimindeki "çağdışı Hıristiyan devlet" görüntüsü veren bu hüküm ve durum derhal değiştirilerek; Bunun yerine, gerçek anlamda çağdaş ve modern, laik bir anlayış, hoşgörü ve yaklaşımla " herkes din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir'' biçiminde yeniden düzenlenecek; Dinler arası ilişkilere asla siyaset ve devlet karıştırılmayacak ve din AB'de siyaset alanı dışına çıkartılacaktır.Zira, esas olan kurumsal bazda devletin lâik olmasıdır. Fertlerin lâikliğinden asla ve kesinlikle söz edilemez. Herkesin kimlik kartına mutlaka "dini" yazılacak ve fakat bu asla bir ayrımcılık vasıtası olarak kullanılmayacaktır. AB Komisyonu bunu garanti eder.
7. AB ülkeleri, Türkiye'yi eşit haklara sahip müstakbel ortakları olarak görmek istiyorlar ise eğer; Uluslar arası terörizmin Türkiye uzantılarıyla birlikte müştereken planladıkları ve her türlü lojistik destek verdikleri terörist örgütlerle olan ilişkilerini derhal kesecek ve bitirecekler, iktisadi, siyasi, sosyal ve lojistik desteklerine son verecekler ve ülkelerinde mukim terörist ve terör örgütü yönetici, taraftar ve militanlarının sınır dışı edeceklerdir. Zira, uygar devlete yakışan biçimde şeffaf olmaları esastır. Aksi halde TC, kuruluşundan bu yana, ' dostlara dostça davranılır' ilkesiyle, uhdesinde saklı (mahfuz) tuttuğu, 17. maddede adı sayılan halkların, ''bağımsızlık savaşları'' için kendisinden istedikleri yardımlara başlayacağını en şeffaf biçimde uluslararası kamuoyuna duyurur!
Ayrıca, Türkiye'de özellikle tanker uçaklarla yürütülen biyolojik, kimyasal, gensel faaliyetlerinizi çok yakından biliyor ve izliyoruz! Türkiye'den kaçak yollarla kaçırdığınız Anadolu'nun Endemik bitki kaçakçılığınızı, çok yakında Uluslar arası Adalet Divanı'na getireceğiz!
Ayrıca, yine aynı alan-bağlamda; 'Antropolog, Arkeolog, Barış Gönüllüsü, Gazeteci, Kimyager, Biyolog' vs. gibi sahte kimlikli ajan provokatörlerle, Türkiye tarımını mahveden kurtçuk larvalarını ürünlerimize bırakan yıkıcı, 'Biyo-terörist' faaliyetlerinizi de aynı divana taşıyacak ve hesap soracağız ! Yine, biyolojik ve kimyasal alanda, Türkiye'ye yolladığınız, ''E'' maddelerini, tohum, hormon ve diğer zararlı kimyasal maddeleri çok yakından biliyor ve izliyoruz! Bunları da aynı divana taşıyacak veya kendi mahkemelerimizde yargılayacağız.
Bu nedenle:
Başta "Biyo-Terörist" faaliyetler olmak üzere; Irkçı ve bölücü terör, psikolojik savaş, kültür emperyalizmi, siyasi-sosyal dezinformasyon, dinsel deformasyon ile masonik içerikli misyonerlik faaliyetlerine derhal ve bütünüyle son verilecek, ahlâki çözülüm ile Türk ulusunu yozlaştırma girişimleri durdurulacak ve bu güne kadar verilen tahribata mukabil TC'ne telâfi tazminatı ödenecektir. Aksi taktirde: AB himayesinde sevk, idare ve idame olunan ve yukarıda özetlenen art niyetli ve düşmanca faaliyetleriniz, konvansiyonal savaşın öncü birlikleri olarak mütalâa edilecektir !
UYARIYORUZ!
8. AB üyesi olan Almanya, halihazır ülkemiz üzerinde büyük tehdit oluşturan "Dijital Kale'' den sonra 2. büyük tele kulağı olan "hukuk ve ahlâk dışı" olarak tüm dünyayı dinleyen casusluk işletmesini derhal kapatacaktır. Bu ve benzeri teşebbüs ve tasarruflar ''uygarlık merkeziyim'' diyen Avrupa, (Almanya ve diğer taraf ülkelerin) yüz karasıdır! AB bu tür teşebbüsleri kesin surette önlemeyi ve gerekli önlemleri almayı kabul ve taahhüt eder.
9. Fransa, Cezayir'de, Vietnam'da, Korsika'da ve Tunus'ta uyguladığı "soykırımları'' derhal kabul eder, adı geçen milletlerden özür diler ve yol açtığı bütün zarar ve ziyanı tazmin eder. İtalya, Libya'da yaptığı soykırımı kabul eder ve Libya halkından özür dileyerek, tazmin eder. Almanya, Namibya'da uyguladığı 'Herero Soykırımı'nı kabul eder, özür diler ve tazmin eder. Ayrıca Almanya'nın Musevi soykırımı için yaptıkları yetersiz kalmaktadır. Tüm okul kitaplarında ders olarak genç beyinlere anlatmalıdır. Ayrıca Almanya, Rus soykırımını derhal kabul etmeli ve özür dileyerek, gereğini tazmin etmelidir. İngiltere, Avustralya'da ve Yeni Zelanda'da uyguladığı yerli halk soykırımlarını kabul etmeli, özür dilemeli ve tazmin etmelidir. İspanya, Ortaçağ Yahudi katliamı, Amerika kıtası yerlileri Mayalar, Aztekler ve İnkalar'a yaptıkları soykırımları kabul etmeli, özür dilemeli ve tazmin etmelidir. Danimarka, Grönland yerlileri 'Eskimo'lara uyguladıkları soykırımı kabul etmeli, özür dilemeli ve tazmin etmelidir. Yunanistan, 'Ege-12 Adalar' ülkesinde, Makedonya'da, Girit'te, Rodos'ta, Batı Trakya'da, Güney Arnavutluk'ta uyguladığı soykırımları kabul etmeli, özür dilemeli ve tazmin etmelidir. Ayrıca, AB, "Ermeni soykırımı" iddialarından vazgeçer ve bunu inkâr edenlere karşı uygulanan 'insanlık dışı' cezai yaptırımlara derhal son verir. Yunanistan Anadolu'da yaptığı katliam ve soykırımı kabul eder ve tazminat taahhüdünde bulunur. Kıbrıs'ta yapılan katliam ve soykırıma maruz kalan muhataplara tazminat ödemeyi kabul ve taahhüt eder. Batı Trakya' da uygulanan ayrımcılık derhal sona erdirilir, Müslüman azınlık yerine Türk azınlık tanımı kabul edilir ve Türkiye de mukim "Rum-Yunan" azınlıkların sahip olduğu bütün haklar Batı Trakya Türklerine de eksiksiz olarak tanınır.
10. AB, Bosna-Hersek katliamlarının hazırlayıcısı, kışkırtıcısı, tahrikçisi ve fiilen seyircisi kalarak soykırımın baş sorumlusu olduğunu derhal kabul eder, özür diler ve gereğini tazmin etmeyi kabul ve bundan böyle Bosna-Hersek üzerinde yürütmekte olduğu anarşi, terör, dinsel ayrımcılık ve etnik bölücülüğe derhal son vermeyi taahhüt eder. Ayrıca, AB Komisyonu başta Bulgaristan, Romanya, Güney Kıbrıs Yönetimi ve Yunanistan'da Türk ve Müslümanlara karşı uygulanan bütün ayrımcılık ve farklılıklara son vermeyi ve AB içinde bütün ortak ülke halklarına karşı birinci sınıf vatandaş muamelesi yapmayı ve aykırı yasaları derhal men ve ilga etmeyi kabul ve taahhüt eder.
11. Fransa, hâla işgalci olarak bulunduğu, Guyana'dan koşulsuz olarak derhal çekilmeyi ve Guyana'nın zararını tazmin etmeyi kabul eder. Yine, aynı bağlamda, İngiltere, işgalci olarak bulunduğu Falkland adasını koşulsuz ve derhal terk etmeyi, adayı gerçek-yasal sahibi Arjantin'e bırakmayı ve bu bağlamda 'emperyalist amaçlarla' başkaca bir ülkeyi gasp ve işgalde bulunmamayı; Haksız, hukuksuz ve dayanaksız olarak işgal edilen IRAK ittifakından derhal ayrılmayı ve askerleri çekmeyi, Irak halkının bu güne değin uğradığı "maddi-manevi" her türlü zarar, ziyan, kayıp ve hasar bedelini tazmin etmeyi kabul ve taahhüt eder. .
12. AB, 'Çağdaş Uygarlık Projesi'nin çok gerisinde kalmış ve insanlık alemine kötü örnek olmuştur. Bu gün için üretim araçlarından insanların tamamı istifade edememekte ve gelir tabana adaletli olarak yayılamamaktadır. Ayrıca, projenin sürdürülmesi halinde AB, bilgi teknolojilerinde çağı yakalamak için bir dizi yatırımlar yapmak zorundadır. Şöyle ki : -Sağlık alanında, GDO'ların denetimi yetersizdir. Hormon ve kimyasal ilaç ve gübre kullanımı insanların yiyeceklerinin genetik yapısını bozmuş, her 100 Avrupalıdan 66'sı alerjik hastadır. Yiyeceklere katılan (E) maddelerine katılması derhal durdurulmalıdır. Aksi takdirde AB'den hazır gıda ürünleri almayacağımızı beyan ederiz. -Yeni para birimi euro ile Avrupa halkı yoksullaşmış ve önemli miktarda gelir kaybına uğramıştır. Yeni paranın taraf ülkelerde sıkı bir denetimi sağlanmalı ve taraf ülkeler milli paralarından vazgeçmeye zorlanmamalıdır. Türkiye, asla euro para birimine geçmeyecektir bu husus derhal ve peşine kabul edilmelidir. -Tüm Avrupa çapında çalıştırılan çocuk işçi sayısı yüz binleri bulmaktadır. Yabancı iş gücü istismar edilmekte ve bu işçilere, insan haklarına aykırı çifte standart uygulanmakta ve farlı ücret tahakkuku yapılmaktadır. Derhal bu durum kovuşturulmalı ve bize (TC'ye) düzenli raporlar verilmelidir! -AB ülkelerinde kadın işçiler, "eşit iş karşılığı eşit ücret alamamaktadırlar!" Bu ayrıma derhal son verilecek, kadın ve erkekler arasında eşitlik fiilen ve hukuken sağlanacak, kadın istismarına her alanda bütünüyle son verilecek, kadınlar "cinsel obje" olmaktan ve istismar edilen varlıklar olmaktan çıkartılarak insanca yaşama, namuslu ve dürüst bir hayat sürme hak, imkân ve ortamına kavuşturulacak ve sonuçları bize rapor olarak sunulacaktır. -Tüm Avrupa'da sendikalı olmak işten atılma nedenidir.Bundan böyle tüm çalışanlara, yeniden toplu sözleşme, grev ve pazarlık hakkı sağlanacak ve sendikasız eleman çalıştırmak suç sayılacak; Sendika kurma ve sendikalı olma konusunda yerli ve yabancı işçiler hakkında hiçbir farklı hüküm, haksız uygulama ve ayrıcalık kalmayacaktır. -Bütün AB ülkelerinde işsizliğe karşı önlem için, emek yoğun ve "Tam İstihdamlı Kalkınma Modeli'' uygulanacak; Başta Türkiye olmak üzere "Serbest Dolaşım ve Yerleşim" hakkı üye ve aday ülke halklarının tamamını kapsayacak biçimde genişletilecektir. AD, 1963 Ankara Antlaşması ile bu hakkı 1970'li yıllardan bu yana iktisap ettiğini kabul ve müktesep hakkın engellenmesinden dolayı uğranan zararın peşinen ve derhal tazminini kabul eder. -AB, eğitim sistemini, "İnsani Boyut ve Bilgi Toplumu" usul ve esaslarına dayalı olarak" temelden ve tümden değiştirmeyi; IQ ları temel alan ve insanlara aşı yapar gibi kafalara bilgi doldurmaya, prototip varlık yetiştirmeye son vermeyi; EQ temelinde, herkesin "insan olarak" bilgi, yetenek ve geleceğe yönelik ideallerini ortaya çıkaracak ve o yeteneğe uygun bir eğitim sistemi uygulamayı; Anne ve babası ateist olsa dahi, ayırımsız olarak bütün çocuklara 18 yaşını ikmal edinceye kadar (kendi resmi din görevlileri tarafından) " Din ve Ahlâk Dersi" verdirmeyi kabul ve taahhüt eder. .
13. AB, 'Avrupa Adalet Divanı'nı "AB Anayasa Mahkemesi'' adıyla yeniden kurup, siyasetten arınmış "Objektif Hukuk Kurumu" olarak düzenlenmeyi ve bu mahkemeyi ortak ülkelerin Barolarınca seçilecek ve yüksek mahkemelerince atanacak üye ve kurullarından oluşturmayı; AİHM' ni aynı kural, norm, ilke ve standartlara göre yeniden teşkil etmeyi; Ortak ülke vatandaşları arasında, bu mahkemeye başvuru ve karar mekanizmaları konusunda hiçbir ayrım ve farklılığa meydan vermemeyi kabul ve taahhüt eder. Şu kadar ki: Tam üyeliği kabul ve tescil edilmemiş hiçbir ülke ve vatandaşı bu mahkemelere başvuramaz ve mezkür mahkemelerin karar ve yaptırımları "tam üye olmayan" ülkeleri ilzam etmez.
14. AB ülkeleri ucuz işgücü adına ve gelecekte acaba yaşlı nüfus yerine ikâme edebilir mi!'', kaygısıyla fiilen yaptıkları, "modern köle, insan ve beyaz kadın ticaretine" derhal son vermeyi; Yolsuzluk, gasp, irtikap, görevi kötüye kullanma ve her türlü suiistimalle en etkin biçimde mücadeleyi; Uyuşturucu ticareti ve kullanımını engellemeyi kabul ve taahhüt ederler. Yoksa, bu konuda elimizdeki dosya, Uluslar arası Adalet Divanı'na sunulacaktır !
15. ''e-avrupa'', ''dijital avrupa'' derhal yaşama geçirilmelidir.
16. Ortak ülke vatandaşları müzakere ile birlikte AB üyesi sayılır ve ''serbest yerleşim'' -dikkat ''serbest dolaşım'', değil!- hakkından yararlanır. Cari mevzuatta bu hakkı engelleyecek her hangi bir hüküm bulunamaz ve bütün AB ülkeleri birbirlerine karşı "vize" uygulamasına derhal son verirler. Asla tek taraflı vize uygulaması yapılamaz.
17. Avrupa Parlâmentosu, AB'nin en üst yasama organı kabul edilecek ve ortak ülkelerin nüfusuyla doğru orantılı olarak seçilecektir. Şu kadar ki, bu seçinin "doğrudan halk iradesi çerçevesinde" ve en demokratik biçimde yapılması esastır. AP'nin seçeceği AB Hükümeti tüm ortak ülkelerin hükümetlerinin üstünde bir icra organı olarak Avrupa'yı "tam eşitlik, adalet ve hakkaniyet" ilkelerine uygun olarak temsil edecektir. Bu parlâmentonun bütün karar, tasarruf ve icraatlarına karşı üye ülke Meclisleri ve gerektiğinde münferiden vatandaşların itiraz ve dava açma, tedbir talep etme hakları var olacaktır.
18. AB, Bernard Shaw'ın itiraf ettiği gibi ırkçı, eksik, yanlış yazılmış, Avrupa Tarihinin yeniden yazılması için Türkiye'nin hazırladığı metni birlikte değerlendirecek derhal bir ''Tarih Komisyonu'' kuracak ve üye ülke tarih kitaplarında (müfredatında) yoğunlukla yer alan Türk, Türkiye ve Osmanlı aleyhindeki bütün iddialar ile "Türklerin Ermeni soykırımı yaptığına dair yalanlar" her türlü yayın ve dokümandan kaldırılacaktır.
19. AB, başta Fransa, İngiltere ve Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde bulunan, Anadolu'dan yağmalanmış tüm tarihi eserlerin derhal, UNESCO'nun ' 'İnsanlığın Ortak Kültür Mirası'' kapsamında almış olduğu karar gereğince -''Tarihi eserler, alındıkları doğal ortamlarına veya o yerin en yakın müzesine geri verilirler''- Türkiye'ye teslim edilmesini yazılı olarak (Avrupalılar yazılı taahhütlerini bile yerine getirmezler! Sözlü taahhütlerini yerine getirdiklerini ise tarih kaydetmemiş!) taahhüt ederler.
20. AB, aile hayatını yeniden düzenleyerek, yaşlı, çocuk ve annelere daha yaşanabilir bir hayat standardı getirmeyi; Emekli maaşlarında norm ve standart birliği sağlamayı, yeniden vergi ve ilâç kesintisine son vermeyi kabul ve taahhüt eder. Bütün Emekli sandıkları, sağlık ve sosyal güvenlik kurumları devlet güvencesine alınır. Komple sağlık ve üniversite dahil eğitim hizmetleri bütün (taraf) AB ülkelerinde bedelsiz olacaktır.
21. AB ülkelerinin atıkları Atmosferimizi değiştirmeye başlamıştır! AB, Kyoto ve Sao Paulo Çevre Kararlarının altına imza koymuş ama hâla gereğini yapmamıştır. Kararlara tam uygulamasının sonuçlarını düzenli raporlar hâlinde kamuoyuna sunmayı yazılı olarak kabul ve taahhüt eder. Bütün AB ülkelerinin ormanlaştırılması, ağaçlandırılması, tarım alanlarına her hangi bir inşaat ve sanayi tesisi yapılmaması, atıkların kesinlikle deniz, göl ve akar sulara bağlanmaması esastır. Doğal dengenin korunması AB'nin ana politikalarından biri olacak ve bütün AB ülkeleri bu konuda konulan yaptırım ve kurallara mutlaka uyacaktır.
22. Korsika, Sicilya, Alsac Loren, Kuzey İrlanda, İskoçya, Girit, Rodos, 12 adalar Ege ülkesi, Flamanlar, Valonlar, Galler, Bask, başkenti Selanik olan bütün Makedonya... buraları işgal etmiş büyük ülkeler bu işgallerine derhal son vermeyi ve bu ülkeler tam bağımsız ülkeler olarak AB'de ortak olmalarını kabul ve taahhüt ederler. Bu ülkelerin en kısa sürede kendi devlet yapılanmalarını kurmaları için işgalci ülkeler gerekli tazminatı sağlayacaklardır. Tarihi olarak "hak sahibi" bu ülke ve toprakların dışında, her ne koşul altında olursa olsun bölünme ve ayrılma talepleri asla ve kesinlikle kabul edilmeyecek ve gündeme getirilmeyecek; Lokal olarak teşekkül eden yapay terör örgütlerine yardım ve yataklık yapılmayacaktır.
Bu bağlamda bütün AB ülkeleri, Türkiye'de faaliyet gösteren ırkçı ve bölücü Ermeni terör ve tedhiş örgütü ile organik ilişkilerini kesmeyi, yardım ve yataklık yapmayı durdurmayı ve mezkür örgüte karşı her türlü yasal önlemi almayı ve tam bir kararlılıkla uygulamayı kabul ve taahhüt ederler. Aksi taktirde, Türkiye'nin bu ülkelerden tazminat talep hakkı saklıdır.
23. AB, ülkemizdeki ekolojik alanlara gerekli duyarlılığı göstermemekte ve doğal kaynakların kullanımını ekolojik bir denge içinde sürdürülebilir bir kalkınma çerçevesinde yürütmemektedir! Bu konuda, Türkiye'nin görüş ve önerileri alınarak bir proje hazırlamalı ve derhal uygulamaya konulmalı; Kıta ilintisi bulunmaması nedeniyle Türkiye'nin ekolojik yapısı, su ve alan kullanım politikalarına müdahil-taraf olmamalı; Ancak, genel uygulamanın sonuçları, düzenli olarak dünya kamuoyuna rapor olarak sunulmalıdır.
24. Birliğin kıta bazında hedef ve gerçek amaçlarına (Birleşik Avrupa) uygun bir büyüme-gelişme göstermesi ve tam bir entegrasyonun sağlanması bakımından, Avrupa kıta coğrafyasında yer alan Rusya, Ukrayna, Moldavya, Kırım Özerk Cumhuriyeti, Çeçenistan, Tataristan Özerk Cumhuriyeti, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Kazan Özerk Cumhuriyeti gibi Ural Sıradağları'yla sınırlandırılmış Avrupa coğrafyasında bulunan tüm ülkeler derhal ve koşulsuz olarak AB üyesi olmalıdırlar. Bu bağlamda, 1963 Ankara Antlaşmasının bütün uyum şartlarını yerine getirmiş olan Türkiye'nin "tam üyeliği" derhal onay ve tescil edilmelidir.
25. Avrupa Uzay Ajansı'na (Avrupa kıta coğrafyasında yer alan) tüm devletler ile üye ülkeler ve yeni üye olacaklar (müstakbel adaylar) hemen ortak olmalı; Bu kapsamda ve AB bağlamında bilumum uzay çalışmaları tam bir entegrasyon, açıklık ve işbirliği anlayışı içinde ortak yürütülmelidir.
26. Türkiye'nin GB'den ve GB nedeniyle AB Adalet Divanı ile AİHM'nin siyasi kararları nedeniyle doğan maddi zararı olan (30 milyar Euro X 12 yıl= 360 milyar Euro) ile buna dayalı olarak hesabı kabil (asgari) 360 milyar Euro da manevi olmak üzere, toplam 720 milyar Euro tutarındaki zararın derhal tazmin edilmeli; Ayrıca, bazı AB ülkelerinin ırkçı ve bölücü Ermeni terör ve tedhiş örgütüne 1989 yılından itibaren sağladıkları kaynak, destek, yardım ve yataklığa karşılık "BİR MİLYAR" Euro maddi ve manevi tazminat verilmelidir.
27. "Soğuk Savaş'' yıllarında, ''Avrupa'ya zorunlu İleri Karakolluk'' yapan TC, bu görevin ifa ve icrası sırasında, yıllık bütçesinin %24'ünü savunma harcamalarına ayırmıştı. Bu nedenle, kalkınma hızı 1938'lerde %30'lara varmışken soğuk savaş yıllarında % -9 ila +7'yi geçememiştir! (Bunun yaklaşık hesabı şöyledir: 1951'den 1990 yılına değin = 39 yıl. Yaklaşık 247 trilyon Euro. Bu hesabın formülünü, başka ülkelere karşı kullanmasınlar diye, insanların ulaşamayacakları bir yerde saklıyoruz!) AB'nin o yıllarda korumalığını yaptığımız üyeleri bu parayı TC'ne tazmin etmekle yükümlü olduklarını taahhüt etmeli ve en fazla 10 yıl sürecek bir ödeme takvimi yapmalılar.
28. AGSK, ''Avrupa Ordusu'' TSK'nın komutasında yeniden yapılandırılmalı ve bu ordunun Genelkurmay Başkanlığına TSK Genelkurmay Başkanı getirilmeli ve üye ülke hükümetlerinin bilumum hesap, tasarruf ve işlemleri "En Yüksek Denetim Organı" sıfatıyla AGSK tarafından denetlenmelidir. Bu denetim, her ülkenin devlet başkanlığı uhdesinde tesis olunacak bir "Yüksek Denetleme Kurulu" ve Devlet Sayıştayları; Türk Genelkurmay Başkanı emrindeki AGSK tarafından yürütülecektir. Ayrıca, yerel hükümetlere paralel olarak iş gören bütün kurum ve kuruluş "Denetim ve Teftiş" organları bu üst kuruluşa paralel bir yapılanma dahilinde "bağımsız" çalışacaklardır.
29. TÜRKİYE CUMHURİYETİ; 24. ve diğer kriterlerde atıf ve ilzam olunduğu veçhile derhal ve koşulsuz olarak AB'nin eşit-ortağı olarak kapsama alınacaktır. Aksi taktirde Türkiye derhal Gümrük Birliğinden ayrılır ve AB katılım sürecini askıya alır. Askı müddeti en geç bir yıl olup; Bu süre içinde "Türkiye Kriterleri" kabul edilmediği takdirde, süreç içinde vaki bilumum zarar ve ziyanı tazmin ve telâfi hakkı saklı kalmak üzere; AB bağlamında bütün işlem ve ilişkilere son verilerek, cari şartlar dahilinde doğrudan ülkeler ile ilişki esas alınır.
Not: I. AB'nin yukarıda önerilen ve öngörülen reformları başarıyla tamamlayabilmesi için, TC, 400.000.000,- Euro'luk bir hibe yardım paketini; Türkiye Kriterlerinin kabul ve onay tarihinden itibaren geçerli olmak kayıt ve şartıyla serbest bırakmayı taahhüt eder..
Not: II. TC, ayrıca gerektiğinde AB'nin istediği her türlü lojistik, bilimsel, insani ve medeni desteği vermeyi kabul ve taahhüt eder.
Şu kadar ki; AB ve bağlı ülkeler bundan böyle "emperyalist" amaçlarından ve modern kölelik uygulamalarından vazgeçmeyi, "İnsani Boyut ve Bilgi Toplumu" çerçevesinde; Milli gelir ve Refahın tabana yayılması, her türlü yolsuzluk, suiistimal ve istismarın önlenmesi, insan hakları, adalet, hukuk ve demokrasinin "bütün kurum ve kuruluşları ile" üye ülkelerde yerleşip hayat bulması, Yüksek Mahkeme kararı ile "taammüden insan öldürdüğü ve/veya ölüme sebebiyet verme suçu işlediği sabit" vatandaşların derhal idam edilmesi hükümlerini kabul etmesi şarttır. Aksi takdirde Türkiye, "bütün şart ve kriterler kabul olunsa bile" yine de Birliğe üye olmayacaktır.
NETİCE VE MÜTALÂA:
AB'nin, 1963'den itibaren Türkiye'ye yönelik politikası "sinsice ve gizlice oyalama" ve "günü gelince AB'ye bağlama" biçiminde olagelmiş; 1989'da "tam üyelik isteminin reddi" ve akabinde Gümrük Birliğine "koşulsuz katılım" ın gündeme getirilmesi tam bir art niyet ile "dahili ve harici bedhahların işbirliği" sonucudur. Sonuçta AB, Türkiye'ye karşı asla iyi niyetli ve samimi değildir. Bu husus alenen ortaya çıkmış ve binlerce "çifte standart" sonucu ortaya çıkmıştır. Bu ve buna müteallik benzer nedenlerle:
AB, İşte bu 29 maddelik ev ödevini kabullenir ve tamamlarsa, bizim AB'ye girmemiz her iki tarafın da mutlak surette çıkarına olacaktır.
Tarih attık ve bekliyoruz.
Ha bekliyoruz dediksek, AB'yi beklemiyoruz;
Biz "Dünyanın ve Küresel Medeniyetin Merkezi Türkiye'dir'' stratejisiyle, bir zamanlar yüce dahi Atatürk' ün, tüm mazlum milletlere, gösterdiği " Emperyalistlere Karşı Özgürlük ve Bağımsızlığı Kazanma Yolu'' gibi, şimdilerde O dahinin manevi çocukları, inkılâp, ilke, eser ve vasiyetin sahipleri olarak, "Türk Tarzı Milli Kalkınma Modeli'' ile hem de "Tam İstihdamlı, İnsana ve Refahın Tabana Yayılmasına Dayalı; Namuslu, Dürüst, Demokrat, İlkeli, Onurlu, Sorumlu ve Antiemperyalist, Evrensel Kalkınma Modeli'' ni bir kez daha "bütün insanlık alemine" örnek olacak biçimde " ekonomik inkılâbımızı" hazırlıyoruz.
Yararlanılan Kaynaklar:
1. Mustafa Bilge Işıktürk (Türkiye'nin AB Kriterleri, Tanı Yayınları-Ankara, 2006)
2. Türkiye-Avrupa İlişkilerinde Sessiz Darbe, Prof. Dr. Erol Manisalı, 2003
3. DİKEN... Hükümet Sistemleri, Hasan Hüseyin Memiş, Akasya Kitap, 2007
4. Küresel Almanak, Mustafa Nevruz Sınacı, Tanı Yayın, 2006
5. Alternatif Bir Bakışla Atatürk, Mehmet Yaman, Temmuz-2006
6. Temel Hak ve Hürriyetlerimiz Açısından Türkiye, Mehmet Yaman, 2007
7. Batının Türk Fobisi, Mustafa Nevruz Sınacı, 2006
ÖNEMLİ NOT: Bu makalenin; Web Siteleri, İnternet Gazeteleri ile diğer bütün yazılı, sesli ve görsel medya organlarında yayınlanmasına "iznim" vardır. Ayrıca, tarafıma müracaatla bilgi arzı ve izin talebine gerek yoktur. (Gazete ve Dergiler, 26 Nisan 2008 Cumartesi-Yazar/Mustafa Nevruz SINACI)

20 Şubat 2019 Çarşamba

ŞEHİR DEVLETLERİNE DOĞRU (20-200-2000-5000) "Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN" (Ankara Kalesi No: 250) "Türkiye Cumhuriyeti, bütün dünya beklenmedik gelişmeler ile sallanırken ve küresel alanda çok ciddi hegemonya kaymaları yaşanırken, yerel seçimler üzerinden şehir devletlerine doğru bir yeni yönelişin içine girmiştir." Ulus Devletin Sonu & Şehir Devletlerine Doğru!..

ANKARA KALESİ -250
ŞEHİR DEVLETLERİNE DOĞRU
(20-200-2000-5000)
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN 
Ankara, 14 Şubat 2019
Türkiye Cumhuriyeti, bütün dünya beklenmedik gelişmeler ile sallanırken ve küresel alanda çok ciddi hegemonya kaymaları yaşanırken, yerel seçimler üzerinden şehir devletlerine doğru bir yeni yönelişin içine girmiştir. Ulus devletlerin parçalanmasına, federasyonların dağılmasına ve ülke devletlerinin de şehirler üzerinden küçük yönetim birimlerine sürüklenmesine yol açacak kadar ciddi boyutlarda bir şehir devletleri olgusu, uluslararası konjonktürün bugünün dünyasına dayattığı bir yeni gelişme olarak öne çıkmaktadır. İnsanlığın gelecekte ulus, ülke ya da bölge devletleri yerine şehir devletlerinde yaşayacak bir duruma gelmesi, dünya düzeni üzerinde çok ciddi derecede değişimi gündeme getirmektedir. Yeryüzü kıtalarının üzerinde var olan devlet düzenleri çerçevesinde yayılmış bir doğrultuda yaşamakta olan insanların, gelecekte kentlerde toplanması ya da şehir devletleri yapılanması içinde yaşamaya zorunlu kılınması, uluslararası alanda önümüzdeki dönemde hem büyük sorunlara hem de beklenmedik değişimlere yol açacak gibi görünmektedir . İki kutuplu dünyadan uzaklaşmakta olan eski dünya düzeni çeyrek yüzyıllık bir zaman dilimi sonrasında tek kutuplu bir dünya için dönüştürülmeye çalışılırken, bu durumun tamamen aksi bir yönde çok kutuplu yeni bir yapılanma süreci ile karşı karşıya kalmıştır . Tek kutup yönünde dünyanın yeniden yapılandırılması için devletleri ve halkları baskı altına alan küresel sermayenin dayatmalarına önceleri ses çıkartmayan uluslararası kamu oyu , çeyrek asırlık bir zaman sonucunda birden çok kutuplu yeni bir yapılanma oluşumu ile karşılaşmıştır . İki kutuptan tek kutba dönüştürülmek istenen yeni dünya düzeni aşamasında birden çok kutuplu bir durumun ortaya çıkması ,küresel sermayenin oyunlarını bozmuş ve bu durumda dünya tek merkezci yönelişten ayrılarak çok merkezli bir oluşumun içine girmiştir .İkiden teke geçiş olamayınca çokluk olgusu öne çıkmış ama bu çokluğun ölçüsünün ne olacağı zaman içinde kaç merkezin ortaya çıkacağı belirsiz kalmıştır . Büyük devletlerin sayısının artması devletler arası çekişme ve rekabeti artırırken , orta boy devletler de yarışa aktif bir biçimde girerek ve sahip oldukları jeopolitik konumlarından yararlanarak , büyük devletler ile yarışa kalkmışlardır .
Büyük devletlerin sayıları artınca
Büyük devletlerin sayılarının artmasıyla birlikte çokluk öne geçince, devletler arası siyasal mücadeleler çok daha değişik yönlere doğru gitmiş ve her devlet daha büyük olmaya çalışırken , diğer devletleri küçültmek doğrultusunda parçalayabilmenin çabası içine girmiştir.Bu nedenle ,küreselleşme döneminde var olan devletlerin bazı bölgelerinde bağımsızlık hareketleri dışarıdan desteklenmiştir . Büyük bölgelerin imparatorluklardan kopması ile ulus devletler , küçük bölgelerin devletleşmesi ile eyalet yapılanmaları ve de eyaletlerin içindeki şehirlerden birisinin büyüyerek merkez olarak öne geçmesiyle de şehir devletleri oluşumu devreye girmiştir . Günümüz koşullarında geçmişten gelen bir değişim sürecinin, devletlerin yapısını ve sayısını değiştirdiği yaşanan siyasal gelişmelerin ortaya çıkardığı tablo ile belli olmuştur . Orta çağın şehir devletleri yapılanması beş yüzyıl sonra yeniden gündeme gelirken , dünya tarihinin iyi okunması ve tarihsel süreç içinde de her yönü ile insanlığın gelişimi değerlendirilmek durumuna gelmiştir .Orta çağ sonrasında öncelikle derebeylik , sonra krallık , daha sonra imparatorluk ve sonraki aşamada ise ulus devlet modelleri dış konjonktürde öne çıkarak değişimin yönünü belirlerken , şimdi de belirli bölgelerin sınırları içinde bulundukları ülkelerden koparak devletleşmeye yönelmeleri ile insanlık yeni dönemde bir eyalet devleti modeline doğru bir kayma içerisine girmektedir .
20. yy'a girerken imparatorluklar dönemi sürmekte
Yirminci yüzyıla girerken imparatorluklar dönemi sürmekte ve bu doğrultuda yeryüzünde 20 devlet bulunmaktaydı . Birinci ve ikinci dünya savaşlarının getirmiş olduğu yıkıntılar ve imparatorlukların dağılmasıyla dünya haritasındaki devlet sayısı giderek artmıştır . İmparatorlukların parçalanması sürecini destekleyen bir başka gelişme de Avrupa devletlerine bağlı bulunan sömürgelerin bağımsızlık savaşlarını kazanarak , ayrı devletler haline dönüşmesi ile var olan devlet sayısı hızla artmıştır .Dünya savaşları sonrasındaki devlet oluşumlarını sonraki aşamada sömürgelerin devletleşmesi izlemiştir . Yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki sömürgelerin bağımsızlığı , sonraki aşamada bazı büyük federasyonların da dağılmasına giden yolu açmıştır . Özellikle sosyalist sistemin çöküşü üzerine yirmiden fazla yeni devlet dünya sahnesinde yerini alınca, bu kez devlet sayısı 200’ü bulmuştur . Yirminci yüzyıla girerken 20 olan devlet sayısı bu yüzyıldan çıkarken 200 e ulaşarak , bugünkü siyasal haritanın ortaya çıkmasında etkili olmuştur . Bir anlamda insanlık yüz yıllık bir zaman dilimi içinde, var olan devlet yapılarının dağıtılması üzerine 180 devlet daha kazanmıştır .Ulus devletlerin tarih sahnesine çıktığı bir aşamada, parçalanan imparatorlukların bölgeleri ile eski sömürgelerin teker teker uluslaşarak devlet modeli değiştirmesiyle birlikte, bir asırlık dönem içinde devlet sayısının 20 den 200 e çıktığı görülmektedir .Birleşmiş Milletler örgütünün tarih sahnesine çıkması üzerine , yeni kurulan devletlerin hepsi bu büyük uluslararası örgütün çatısı altında yer alarak insanlık dünyasının birer parçası haline gelmişlerdir .
Yirminci yüzyıl biterken sosyalist sistemin dağılması
Yirminci yüzyıl biterken sosyalist sistemin dağılması devlet sayısını birden 200 e çıkarırken , var olan devlet yapılarının bölünmesi ya da parçalanması süreçleri öne çıkmış ve bütün dünya ülkeleri bu durumdan etkilenerek yeni bölünme senaryoları ile karşı karşıya bırakılmışlardır .İmparatorluklardan ulus devletlere geçerken devlet sayısı 20 den 200 e geçmiş, yirmi birinci yüzyıla girerken yeryüzü kıtaları 200 civarındaki ulus devlet ile yirmi birinci yüzyıla doğru giriş yapmıştır . Bugün var olan dünya haritası üzerinde 200 civarında ulus devlet yer almakta ve dünya yirminci yüzyıla 20 devlet ile girerken ,yirmi birinci yüzyıla ise 200 devlet ile girmek durumunda kalmıştır . İlk ve orta çağ dönemlerinde devlet biçimleri şehir devleti olarak devam ederken , yeni çağda imparatorluk olarak sürmüş ve yakın çağa gelince modernleşmenin yaratmış olduğu ulus devletler modeli ile devlet sayısı 200 e ulaşmıştır . 5 büyük kıtada 8 milyar insan yaşarken , üç yüz yılda oluşan uluslaşma olgusu ile 200 civarında ulus devlet 20. Yüzyılın siyasal modeli olarak insanlık tarihinde yerini almıştır . Yüz yılda devlet sayısının 20 den 200 e çıkması yaşam biçimlerini değiştirmiş ve sonraki dönemlere geçişi hızlandırmıştır .Üç asırlık bir oluşum süreci sonrasında ulus devletler dünya haritasının merkezi konumuna gelmişlerdir . Bilimsel devrimler , coğrafi keşifler ve ilerleyen teknolojinin getirdikleri ile , ulus devletler çağdaş uygarlığın önde gelen temsilcileri olarak insanlığın yaşam düzenlerinin belirlenmesinde etkin olmuşlardır . Çağdaşlık yolunda meydana gelen değişiklikler , insan toplumlarının zamanla uluslaşmasına yardımcı olmuş ve uluslaşan toplumlar da kendi ulus devletlerini oluşturmaya doğru yönlendirilmişlerdir .
Küreselleşme süreci ve siyasal egemenlik
Küreselleşme süreci ile birlikte siyasal egemenlik yavaş yavaş tekelci şirketlerin eline geçmesiyle birlikte,siyasal güçler arasındaki savaş da büyük şirketler öne geçmiştir . Ekonomi üzerinden bütün dünyayı kontrol etmeye yönelen küresel sermayenin şirketleri devletler ile karşı karşıya kalınca , üzerlerinde devlet kontrolü istemedikleri ve vergi ödemekten kaçındıkları için ulus devletleri parçalanmaya doğru sürüklemişlerdir .İmparatorlukların parçalanmasıyla ulus devletler tarih sahnesine çıktığı gibi, egemen güçler bu kez yirmi birinci yüzyılda da benzeri bir geleceği ulus devletler için hazırlayarak, bu devletlerin içinde yer alan belirli bölgeleri eyalet devletler biçiminde ortaya çıkarmaya çalışmışlardır .Bugünkü aşamada 200 devletin bölünerek eyaletlerin ortaya çıkartılması yolundan devlet sayısını yüzyılın sonuna doğru 2000 e çıkarma gibi bir eğilim içine girmektedirler .Yeni yüzyılın koşullarında 5 kıtada 2000 eyalet devletinin yer alabilmesi için küresel şirketlerin elbirliği içinde ulus devletlerin siyasal ve hukuksal yapıları ile oynadıkları görülmektedir . Bu nedenle küreselleşme akımının başlamasıyla birlikte bütün dünya savaş ve iç çatışma alanlarına dönüştürülmüştür . Bütün etnik gruplar , dinicemaatlar ve kültürel toplulukların küresel şirketlerin desteği ve yönlendirmesiyle yaşadıkları bölgede kendi eyalet devletlerini oluşturmaya doğru yönlendirildikleri ve bu amaçla batı kapitalist sistemi tarafından desteklendikleri çeşitli olaylar ile doğrulanmaktadır .Devletler var olan düzenleri içerisinde geleceğe dönük yeni siyasal ve yönetsel yapılanmalara reform programları içinde giderek güçlenmeye çalışırken , küresel şirketler güçlenen devletlerin denetimi altına girmemek için onları bölerek devre dışı bırakabilmenin yollarını aramaktadırlar . Eyaletleşme aşamasının tamamlanmasıyla birlikte iki yüz ulus devlet parçalanacak ve ortaya iki bin eyalet devleti çıkacaktır .Böylece , yirmi birinci yüzyıla 200 ulus devlet ile giren dünya, bu yüzyıldan çıkarken 2000 devlete sahip olarak yirmi ikinci yüzyıla girecektir . Böylece devlet sayısı önce 20 den 200 e ve daha sonra da 2000 sayısına ulaşacaktır .Orta çağ sonrasında dünyayı yönlendirme gücüne erişen küresel merkezler , kendi hegemonyalarını koruma çizgisinde model değişiklikleri üzerinden devlet sayısının artmasını her zaman desteklemişlerdir .
Küresel güçlerin planları doğrultusunda
Küresel güçlerin planları doğrultusunda yirmi ikinci yüzyıla 2000 eyalet devleti ile girecek olan insanlık , bölünme ve parçalanmanın giderek hızla artması sonucunda eyaletlerin dağılması sürecini de yaşayacaktır . Bu doğrultuda her eyalet bölgesinde var olan şehirler arası rekabet öne çıkacak ve tıpkı krallıkların savaşarak imparatorlukları yaratması gibi eyaletlerdeki kentler de çatışma ve çekişme içinde büyüyerek ve güçlenerek şehir devletlerinin ortaya çıkmasına giden yolu açacaklardır .Böylece , 22.yüzyıla 2000 eyalet devleti ile girecek olan insanlık, giderek artan nüfusun yarattığı baskılar doğrultusunda eyaletlerin şehir devletlerine bölünmesiyle , bütün dünya kıtalarının üzerinde var olan kentlerin kendi alanlarında devletleşmeleri oluşumunu yaşayacaktır .Ulus devletlerin sınırları içindeki bölgelerin kendilerini yönetme hakkını ellerine geçirmesiyle, ortaya çıkan eyalet devletlerinin içinde yer alan kentlerin zamanla büyümeleri ve bağımsız yönetim birimleri aşamasına gelmeleri üzerine eyalet devletlerinin de iç karışıklıklar üzerinden bölünme aşamasına doğru sürüklenecekleri görülmektedir . Özellikle giderek artan nüfusun zorlamasıyla eyaletler içinde barındırdığı toplumsal yapıyı yönetemez bir aşamaya geldiği noktada ,kentlerin kendi yollarına giderek devletleşmeye yöneldikleri görülecektir . Siyasal gelişmeler giderek artan nüfusu yönetebilme doğrultusunda yeni ortamlar yaratacak ve böylece ulusal toplum yapılarının çözülmesinde ve parçalanmasında etkili olacaklardır.
Giderek artan nüfusun dünya kentlerini fazlasıyla genişletmesi
22. yüzyıla 2000 devlet ile girecek olan insanlık yüz yıl daha sonra 23. Yüzyıla girerken de 5000 devletin çatısı altında yaşayabilecektir . Giderek artan nüfusun dünya kentlerini fazlasıyla genişletmesi üzerine şehir devletleri olgusu gelecek yüzyılın siyasal sürecinin ana çizgisini oluşturacaktır . İnsanlığın evrimi sürecinde devlet sayısı giderek artarken , devletlerin her dönemde farklı modeller ile ortaya çıktığı görülmektedir .Krallıklar imparatorluklara doğru dönüşünce ,sonraki aşamalarda ulus devletler ile eyalet devletler birbirini izlemiş ve bu sürecin son noktası olarak da , orta çağın şehir devletleri modelinin yeniden gündeme gelmesiyle insanlığın gelecekteki yaşam biçimi bu doğrultuda yönlendirilme noktasına gelinmiştir .Önceden planlanan gelecek projeleri doğrultusunda 23.yüzyılda dünya haritasında 5000 şehir devleti yer alacak ve bunlar arasında elektronik devrimin sonucunda gündeme getirilen bir elektronik bağlantı zinciri kurulmasıyla, yeryüzü haritası üzerinde şehirler küresel sistemin istasyon devletlerine dönüşebilecektir .Gelinen noktada insanlığın elektronik sisteme hapsedilmesiyle bu süreç başlamış ve geleceğe doğru yoluna devam etmektedir .Kentlerin ön planda olduğu ve insan toplumlarının buna göre yeniden yapılandırıldığı eskisinden çok farklı bir yaşam düzeni şehir devletleri uygulaması ile gündeme gelmektedir . İnsanların kimliği ve ülkeler ile var olan kişisel bağlantıları yeni dönemde artık kentler üzerinden belirlenecektir . Her kent bulunduğu bölgenin özellikleri ile devletleşerek öne çıkarken , insanlar da buna göre yeni bir yaşam düzenine sahip olacaklardır .
Ulus devletlerin dağılma ve eyaletlere bölünme korkusu
Ulus devletlerin dağılmamak ve eyaletlere bölünmemek korkusu yüzünden uygarlığın beşiği olan Avrupa kıtasında ,ABD ve SSCB gibi iki büyük bölgesel devlete karşı üçüncü büyük bölgesel devlet Avrupa Birliği yapılanması çerçevesinde yaratılmaya çalışılırken , ulus devletlerin bu doğrultuda direnmelerini kırmak üzere var olan kentlerin içinde bulundukları devletin merkezini oluşturan başkentler ile arasını açmak amacıyla, yerel yönetimler özerklik şartı getirilerek bütün üye devletlere baskı ile kabül ettirilmeye çalışılmıştır . Bu belgeye göre geleceğin dünyasında yerel yönetimler özerk olacak ve kesinlikle eskisi gibi içinde yer aldıkları devletin başkentine bağlı olmayacaklardır .Ulus devletlerin bütün kentleri eskiden başkente bağlı bir statüde varlıklarının koruyorlardı ve bu nedenle de bütün ülke kentleri başkentten yönetiliyordu . Başkentte yer alan parlamentoda kent temsilcileri eşit olarak yer alıyor ve başkentte kurulmuş olan devletin bütün kurumları aynı devletin çatısı altında birbirine hiyerarşik bir düzen çatısı altında bağlı olarak hareket ediyorlardı .Başkent statüsündeki kent ulus devletin merkezi olarak kendisine bağlı bulunan ülke kentlerini merkezi bir yönetim çatısı altında yönetme hakkını ve statüsünü ele geçiriyordu .Böyle bir düzen içinde kentler bağımsız hareket edemiyor ve başkentten gelecek egemenlik gücü doğrultusunda merkezi bir yönetimin parçası konumuna geliyorlardı .Avrupa kıtası üzerinde bir kıtasal birlik oluşturmak üzere gündeme getirilmiş olan Avrupa Birliği oluşumu sürecinde ulus devletlerin merkezi gücünü kırmak ve milli sınırları aşarak sınır ötesi bir bölgesel birlikteliği oluşturabilme doğrultusunda , başkentlerin ülkeden soyutlanarak devlete bağlı kentler üzerindeki yönetme gücü elinden alınmaya çalışılıyordu . Küresel şirketlerin yeni dünya düzeni planları doğrultusunda özerklik görünümü altında kentler başkentlerin yönetiminden çıkartılarak, ekonomi ve piyasalar üzerinden tekelci şirketlerin hegemonya alanlarına çekiliyordu . Demokratiklik görüntüsünü özerklik statüsü ilekoruyarak geleceğin şehir devletlerine giden yol özerklik statüsü ile kentlere kazandırılmaya çalışılıyordu .Böylece devlet sayısını fazlasıyla artıran bir yeni yapılanma devreye sokuluyordu . Başkentlerin kentleri yönetme yetkisi elinden alınarak halk kitleleri şirketlerin insiyatifinebırakılıyordu .
Çağdaş demokrasilerin ikili yapılanması
Çağdaş demokrasilerin ikili yapılanması çerçevesinde hem genel hem de yerel olarak yapılan seçimlerde değişen koşullarda halk kitlelerinin daha gelişmiş bir yaşam düzenine sahip olabilmeleri amacıyla yeni yapılanmalar devreye sokulmaktadır . Bugünün ulus devletlerini yönetmek durumunda olan merkezi iktidarlar çağdaş demokrasilerin yerelci yaklaşımlarından uzak kalmamak için yeni yeni yaklaşımlar geliştirmektedirler .Güncel sorunların aşılabilmesi doğrultusunda geliştirilen yeni politik girişimler , aynı zamanda devlet sayısını 2000 e çıkartacak çizgide şehir devletlerini yaratabilecek oluşumları da beraberinde getirmektedir . Bir ulus devletin başkentinde yer alan merkezi devlet kurumları varken , bu duruma aykırı bir biçimde ekonomik kalkınma ajansları kurularak faaliyete geçirilebilmektedir . Bütün devlet kurumları başkentte birleşik olarak varken , aynı zamanda bir kent olan başkentin geleceği diğer kentlerde olduğu gibi ekonomik kalkınma ajansları gibi yerelci örgütlenmeler aracılığı ile belirlenmeye çalışılmaktadır . Başkentler bütün ülkede yer alan diğer kentler için çözüm üretmek durumunda kalırlarken ,aynı zamanda devletin bakanlıklarını devre dışı bırakan bir yerelci uygulama olarak ekonomik kalkınma ajansları devreye konarak ve kentin geleceği merkezi devletin elinden alınarak, ekonomik alan piyasa oluşumları üzerinden küresel şirketlerin insiyatiflerine terk edilmeye çalışılmaktadır . Başkentin içinde barındırdığı ekonomi bakanlığı devre dışı bırakılırken , kentsel oluşumlar çerçevesinde ekonomik kalkınma ajansları ile kentlerin geleceği belirlenerek şehir devletleri dönemine geçiş hedeflenmektedir .
Yerel yönetimcilik görüntüsü altında şehir devletlerine doğru
Yerel yönetimcilik görüntüsü altında kentlerin şehir devletlerine dönüşmesi planı gerçekleştirilirken , aynı zamanda var olan devletlerin birimleri yeni döneme geçiş aşamasında ,hem ulus devletin tasfiyesinde hem de bunun yerini alacak eyaletler ile şehir devletleri yapılanmalarının kurulması doğrultusunda kullanılmaktadırlar . Bir anlamda kamu kurumları devlet modellerinin değiştirilmesi sürecinde eyaletleşme üzerinden şehir devletlerine giden yolda kullanılmaya çalışılmaktadır . Kentsel dönüşüm planları doğrultusunda kentler yeni baştan ele alınırken , kentleri çevreleyen tarımsal alanlardaki nüfusun kent merkezlerinde toplanmalarına dikkat edilmektedir .Tarımsal üretimin kısıtlanmasıyla düzeni bozulan kırsal kesim insanları kent varoşlarına doluşturulurken , bunların gereksinmeleri yerel yönetimler aracılığı ile karşılanarak, merkezi devletin bu alandan geri çekilmesi istenmektedir .Bu doğrultuda merkezi alandaki eski yapıların yıkılmalarına öncelik verilmekte , boşalan yerlere ise yeni rant tesisleri yapılarak kentsel alanlar hızla kazanç bölgelerine dönüştürülmektedir . Bir anlamda kentsel dönüşüm adı altında eski kentler yıkılarak yerlerine batılıların deyimi ile kazanç kentleri biçiminde profitopolis yapılanmaları gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır .Kırsal kesim nüfusu kent merkezlerinde bir araya getirilirken,merkezi alandaki eski yapıların yıkılarak toplu konut alanlarına , gökdelen yapılanmalarına , geleneksel çarşıları devre dışı bırakacak doğrultuda yeni alış veriş merkezlerine önde gelen bir biçimde yer verildiği görülmektedir . Geleceğin şehir devletlerinin gereksinmelerini karşılayacak düzeyde bir yeni yaklaşım ulus devletlerin yeni yönetimlerine dışarıdan empoze edilmekte ve bu doğrultuda küresel şirketlerin çıkarlarına öncelik verilerek , kentsel kamu alanları yeni şehir devletlerinin etkinlik sahaları olarak yeniden düzenlenmektedir . Dönüşüm programları aracılığı ile kentler şehir devletlerine doğru dönüştürülürken ulus devletler dönemi kapanmakta ve bunlar tarihe mal olurken , geleceğin şehir devletleri küresel alanda öne çıkmaktadırlar . Uluslararası tekelci şirketler sahip oldukları zenginliği ve satın aldıkları teknolojiyi kullanarak ve siyaseti finanse ederek kentler üzerinden ulus devletleri parçalamaktadırlar .
Kentlerin yönetimi sorunu öne çıkınca
Yerel seçimler dönemlerinde kentlerin yönetimi sorunu öne çıkınca, kentlilerin oylarını alarak yerel yönetimleri yönetme hakkını elde etmeye çalışan siyasal kadrolar seçim programlarında nasıl bir kent yapılanması ve yönetimi istediklerini açıkça ortaya koymak durumunda kalmaktadırlar . Nasıl bir kent ve nasıl bir kent yönetimi sorularına verilmek istenen yanıtlar ,aslında geleceğin şehir devletleri oluşumunun önünü de açarak insanlığı 5000 şehir devleti üzerinden yönetecek yepyeni bir yapılanmayı halkın gözleri önüne sermektedir . Tek bir dünya devleti çatısı altında insanlığı bir araya getirmeye yönelen küreselleşme olgusunun getirdikleri ,yerel yönetimlerin yeniden yapılandırılması aşamasında öne çıkartılmaktadır. Bu doğrultuda yapılan kent planları geleceğin şehir devletlerinin meydana getirilmesinde esas alınırken , var olan teknolojinin olanaklarından yararlanılarak kentsel devletleşmesinin altyapıları öncelikli olarak tamamlanmaya çalışılmaktadır . Kentsel dönüşüm tam anlamıyla başkente bağımlı kentler olmaktan çıkarak geleceğin özerk ve bağımsız şehir devletlerine giden yolda tamamlanmaya çalışılmaktadır . Çağdaş teknolojilerin verilerinden yararlanılarak geliştirilmiş olan projeler, kentler arasındaki rekabet ve yarışmaları özendirecek bir biçimde uygulama alanına aktarılmaktadır . Merkezi bir yapıyı dışlayan bu tür yerelci bir gelişim süreci içinde, yaratılmaya çalışılan akıllı kentler bir anlamda devlet aklını kullanamayan ulus devletlerin sonrasını da belirlemektedir .Devlet ya da siyasal aklın kentsel ölçekte kullanılmaları , var olan devletlerin kendilerini yenileyerek güçlendirecek bir çizgide yeni bir devlet aklı geliştirilmelerine fırsat bırakmamaktadır .
Küresel sermayenin güdümündeki tekelci şirketler
Küresel sermayenin güdümündeki tekelci şirketler kendi çıkarları doğrultusunda geleceğe dönük projeleri finanse ederken insan gerçeği geride bırakılmakta ve varoşlarda toplanan büyük kalabalıkların gereksinmeleri üzerinden kentlerde maddi bir yeni ekonomik düzen oluşturulmaya çalışılmaktadır .İnsanı ihmal eden ve sürekli olarak maddi gereksinmeleri öne çıkartan yeni kentleşme süreçleri ne karşı halk kitleleri karşı çıkarken insanların doğal gereksinmelerine öncelik verecek insan merkezli kentlerin kurulması kendiliğinden gündeme gelmektedir . Vatandaşlık bilincine sahip olan her insanın anayasal hukuk devleti çatısı altında her türlü gereksinmesi karşılanması gerekirken , küresel sermayenin pazarları ile satın alınmaya çalışılan yeni kentsel dönüşüm planlarına dikkat etmek gerekmektedir . Çağın gerçekleri doğrultusunda öne çıkan yeni kamusal süreçte sorumluluk sahibi olan herkesin , kamu düzenine sahip çıkarak kamu yararını gerçekleştirmek gibi bir asli görevi yerine getirmesi giderek zorunluluk kazanmaktadır . Her kentin nüfusunu dikkate alan yerel yönetimlerin kitlesel beklentileri öncelikle karşılaması gerekmektedir . Küresel sermaye değer üreten kentler yaratıyoruz reklamı ile şehir devletlerini geleceğe doğru yönlendirirken ,kent nüfusunun çoğunluğunu oluşturan vatandaşların toplumsal bir adalet düzeni doğrultusunda gelişmeleri yönlendirmeye çalışmasında yarar bulunmaktadır .
Halk yönetimi oluşturma; Aktif vatandaşlık anlayışı
Halk kitleleri yerel seçimlere girerek ve kent yönetimine katılacak düzeyde bir halk yönetimi oluşturma doğrultusunda aktif vatandaşlık anlayışını geliştirerek,kentlerin çıkarcı emperyalist plan ve projelere alet olmalarını önlemek durumundadırlar .Sermayeninkontrolunda tek bir dünya devleti isteyenlerin kentleri kullanarak ulus devletleri yıkıma götürmesine, halk kitleleri daha fazla ezilmemek için artık izin vermemelidir . Kent hukuku kentsel haksızlıkları önlemek için kullanılmalı , kentsel haklar görünümünde ulusları ve halk kitlelerini devre dışı bırakan yanlış bir kent bağnazlığına teslim olunmamalıdır . Kentler artık ulusal başkentler ile birlik olarak ülkelerinin geleceğini arayan politikaları öne çıkarmalıdır .
Geleceğin dünyasına hazırlık olsun diye
Geleceğin dünyasına hazırlık olsun diye, bazı adaları devlet konumuna dönüştürerek Malta ya da Singapur gibi kent büyüklüğündeki kara parçalarını bağımsız devlet olarak tanımak , ya da Büyük Okyanusun çeşitli bölgelerine dağılmış olan küçücük adacıkları Birleşmiş Milletlere tam üye olarak bağlı bulunan devlet statüsü vermek ,küçük güzeldir yaklaşımı çerçevesinde bütün dünya kamuoyuna karşı küçücük adalar ile birlikte onların küçüklüğünde kentleri de devletleştirerek sahneye çıkarmanın ön hazırlığı olarak göze çarpmaktadır . Rusya ,Çin,Kanada ,Avustralya ve de Hindistan gibi çok büyük kıtasal ülkeler ile uluslararası hukuka göre eşit devlet statüsü konumunu adacıklara ya da kentlere vermek yeryüzü haritasında çok büyük dengesiz durumlara yol açmaktadır . Bu yüzden de ABD gibi batının önde gelen emperyalist güçleri ,bir süper devlet olarak kentleri ve adaların bağımsız devlet statüsünü tanımayarak bunları bir gecede işgal edebilmekte, ya da tamamen tersi bir doğrultuda bazı büyük devletleri parçalayarak küçültmek doğrultusunda ya da askeri hegemonya planları çizgisinde Okinawa gibi adaları askeri üslere dönüştürerek, yeni bir kentsel oluşum örneğini dünya haritası üzerinde öne çıkarmaktadır . Singapur gibi bir ada devletini gelecek yüzyılların örnek şehir devleti olarak insanlığa empoze eden küresel güçler, önümüzdeki yıllarda bütün adaları ve kentleri yerel yönetimler görünümü altında şehir devletleri yapılanmasına doğru sürüklemektedir .Bu durumda parçalanma riski taşıyan bütün büyük devletler ,kendilerine bağlı bulunan kentlerin ve adaların gelecekte, kendi ülkelerinden koparak ayrı bir devlet statüsüne kavuşmalarına pek de olumlu bakmamaktadırlar .
Önümüzdeki dönemde dünya nüfusu
Önümüzdeki dönemde dünya nüfusu on milyara doğru tırmanırken ve bütün ülkelerde nüfus yoğunluğu giderek artarken, başkentlerde örgütlenmiş olan merkezi devletler giderek artan bu yükü taşımakta fazlasıyla zorlanmaktadırlar . Gelinen noktada bütün devletlerin idari yapılanmalarında ciddi sarsıntılar yaşanmakta ve bu yüzden yönetim reformları kaçınılmaz bir biçimde gündeme gelmektedir . Artan nüfusun ortaya çıkardığı baskılar emperyal projeler doğrultusunda küresel merkezler tarafından yönlendirilmeye başlandığında , bütün ulus devletleri tehdit eden bölünme ve parçalanma senaryoları devreye girerek ulus devletleri tarihin arka planına doğru itmektedir.Türkiye bu açıdan hem çok kritik bir coğrafyada bulunmaktadır hem de toplumsal ve jeopolitik konumu gereği de bir çok açıdan dağılma riski ile karşılaşmaktadır . Küresel sermayenin tekelci şirketleri bütün ulus devletlere yönelik bölücü girişimlerini tırmandırdıkça , ulus devletlerin kenar ve kıyı bölgelerinden yeni parçalanma senaryoları ortaya çıkacak ve bu doğrultuda yeni eyalet ya da kent merkezli yapılanmalar, şehir devletleri olarak yeni dünya haritası üzerinde kimlik kazanacaktır. Bu doğrultuda bütün devletlerin önümüzdeki dönemde merkezci güçler ile yerelci güçler arasında giderek tırmanan bir siyasal çekişme sürecine gideceği artık açıkça görülmektedir .
Bu aşamada yapılması gereken
Bu aşamada yapılması gereken, dünya barışı ve var olan devletlerin ulusal çıkarları doğrultusunda merkezci ve yerelci güçlerin bir araya gelerek yeni bir model zeminin de geliştirilecek ortak plan çerçevesinde anlaşmaya varmalarıdır . Yapılacak olan öncelikle artan nüfusun gereksinmelerini karşılayabilmek için yerel yönetimlerin güçlendirilmesidir .Ama aynı zamanda sayıları çok artan yerel yönetimleri izleyecek , denetleyecek ve merkezden uyumlu bir biçimde yönetecek düzeyde güçlendirilmiş bir merkezi yönetimin de milli idari reform programları ile bir an önce kurulması gerekmektedir . Güçlü merkezi yönetimler ancak yenilenen ulus devlet projeleri ile kurulabilecektir. Bu doğrultuda, yarım kalan uluslaşma süreçlerinin bütün dünya ülkelerinde acilen tamamlanması gerekmektedir.