Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Merkezi coğrafyada yer alan
ülkelerin durumu pek iyi görünmüyor . Eski Osmanlı İmparatorluğu sınırları
içerisinde yer alan ülkelerin hiç birisinin durumu iyi görünmüyor
.Türkiye dahil hepsini yeni bir var olma ve yok olma mücadelesinin beklediğini
birbirini izleyen olaylar ortaya koyuyor . İki kutuplu dünyadan tek kutuplu
yapılanmaya geçerken geçmişten gelen
sorunlar devam ederken ,şimdi çok kutuplu bir yapılanmaya doğru dünya
konjonktürü sürüklenirken eski
meselelerin daha da büyüyerek bölge
ülkelerinin önüne çıktığı ve bu aşamada
bütün eski Osmanlı ülkelerini teslim
aldığı açıkca görülmektedir . Osmanlı hegemonyasını bitiren Lozan Antlaşması öncesinde o dönemin iki
büyük dünya gücü olarak bir araya gelerek bölge haritasını cetvelle çizen
İngltere ve Fransa gbi devletlerin bugünün koşullarında ikinci plana
sürüklenmesi , onların yerini Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail gibi
devletlerin alması yepyeni bir siyasi durum ortaya çıkarmakta ve bu iki büyük güce sahip devlette bölgenin
eski haritasını beğenmeyerek kendi haritalarını çizmeğe yöneldiklerinde ciddi bir üçüncü dünya savaşı tehlikesini de
beraberinde getiren bir çok olumsuz gelişme birbiri ardı sıra dünya gündemine
gelerek savaş riskini artırmaktadır . Bugünün
koşullarında dünyanın en büyük gücü ABD ile onun uzantısı ve geleceğin patronu
olmağa hazırlanan İsrail devletinin kesinlikle
Orta Doğu haritasını beğenmedikleri ve kendi çıkarları doğrultusunda
bölgede Atlantikçi ve siyonist bir hegemonyayı beraberinde getirecek yeni
bir haritaya doğru eski Osmanlı ülkelerini zorladıkları
görülmektedir . Bu nedenle ,merkezi coğrafyada yer alan bütün ülkelerin
sınırlarının kesin olmadığı ve gelecekte hepsinin yepyeni bir haritaya doğru sürükleneceği anlaşılmaktadır .
Bütün dünya merkezi coğrafyayı yalnızca Orta Doğu bölgesi olarak kabül
ederken , eski Osmanlı hinterlandına egemen olmak isteyen Amerika Birleşik
Devletlerinin , Osmanlı İmparatorluğunun
sınırları içerisinde yer alan Kuzey
Afrika ve Kafkasya bölgelerini de
merkezi alanda kabül ederek buna göre politikalar geliştirdiği
görülmektedir . Yirmi birinci yüzyıla doğru dünya ilerlerken , küresel
sermayenin desteği ile tek kutuplu bir dünya yaratmağa çalışan ABD ,bu konuda
gecikerek başarılı olamayınca bu kez
karşısında yeni süper dünya güçleri ortaya çıkmış ve ABD merkezli bölgesel dayatmalara karşı çıkarak ,Osmanlı
imparatorluğundan geri kalan topraklarda
yeni bir batı hegemonyasının kurulmasına izin vermemişlerdir . Sovyetler
Birliğinin dağılmasından sonra içine girilen küreselleşme aşamasında
dünyanın yeni süper güçleri olarak Rusya,Çin ve Hindistan merkezi alan
ile ilgili bütün gelişmelere yakından ilgi göstermeğe başlarken , Türkiye en
kritik aşamada İran’a karşı uygulananan
yaptırımları büyük güçlerin etkisinden
kurtararak dengelemeğe çalışırken , Brezilya gibi yeni bir büyük devin gücünden yararlanmağa
çalışmıştır .Böylece ,ABD’nin onbinkilometre uzaklıktan gelerek bölgeye müdahil
olması gibi, Brezilya’da benzeri uzaklıktan gelerek merkezi alanın yeni
dengelerinde bir başka büyük güç olarak devreye girmiştir . Çekişme alanının
yanıbaşında yer alan yeni büyük güçlere karşı Türkiye her zaman olduğu gibi ve
Avrupa’nın dev ülkelerine karşı uzaktaki dev olan ABD’yi devrede tutma
yaklaşımlarının benzeri bir politikayı
sürdürerek , farklı bir başka uzak gücü
devreye sokarak dengeleri yeniden oluşturmağa çaba göstermiştir . Rusya,Çin ve
Hindistan üçlüsünün yanıbaşlarındaki merkezi coğrafya ile yakından ilgilenmeğe
başlamaları üzerine ,Türkiye karışan
dengeler ve artan baskılar karşısında Brezilya gibi bir büyük oyuncuyu da
devreye sokarak çoklu dengelerde ulusal
çıkarlarını koruyabilmenin çabası içerisinde olmuştur . Yeni ortaya çıkan
güçler dengesinde ,öne geçen büyük devletlerin kendi çıkarları doğrultusundaki
politikaları bölge ülkelerine baskı yaparak uygulatmak istemesi nedeniyle ,soğuk savaş döneminde buzdolabına
kaldırılmış olan bütün eski meseleler yeni sıcak konular olarak birer birer
devreye girmişlerdir .
Fransızların felaketler coğrafyası adını taktıkları Avrasya kıtasının geleceği giderek belirsizleşirken ,tek
kutuplu dünyadan çok kutupluya doğru kaymakta olan dünya dengelerinde etkisini
artırmak isteyen yeni büyük güçlerin de
eski Osmanlı hinterlandında
açıktan devreye girdikleri görülmektedir . Rusya yeniden Kafkaslar’da
etkisini artırırken ,Çin bütün bölge ülkeleriyle ekonomik ilişkilerini hızla
artırmakta ,Hindistan ise Basra körfezi üzerinden bölgeye girerek Çin ve Rusya ile yeni bir rekabet düzenine hazırlanmaktadır
. Bu aşamada Çin ile İran arasında ,Rusya ile Arap ülkeleri arasında ve İsrail ile Hindistan arasında yeni
yakınlaşmaların öne çıktığı ve bu doğrultuda bölgeye dönük yeni girişimlerin tezgahlandığı
anlaşılmaktadır . Bir büyük savaşa daha doğrusu üçüncü cihan savaşına doğru
olaylar gelişirken ,bütün bu gibi olumsuz gelişmelerin yer aldığı coğrafyanın
merkezi ülkesi olarak Türkiye’nin bu baş
döndürücü trafiğe ayak uyduramadığı ve batılı ülkelerin baskılarından
kurtulamadığı için kendi güvenliğini sağlayacak ve kendi ulusal çıkarları
doğrultusunda hareket ederek yeni bir bölgesel açılım yapamadığı üzülerek görülmektedir . Bir türlü Amerika Birleşik
Devletleri ,Avrupa Birliği ve İsrail taşeronluğundan kurtulamayan Türkiye
Cumhuriyetinin , üçüncü dünya savaşının potansiyel alanındaki varlığını
güvenceye almakta zorlandığı , dış baskılar yüzünden kendi çıkarlarının
gerektirdiği adımları bir türlü atamadığı ,başka ülkelerin belirlediği gündemin
ortaya çıkardığı olaylar zinciri içerisinde
sağa ve sola sürüklenerek ,doğru dürüst bir plana dayanan tutarlı bir
dış politika uygulayamadığı görülmektedir . Soğuk savaş döneminin sona erdiğini
anlamakta fazlasıyla geç kalan Türkiye Cumhuriyetinin hala ABD merkezli dünya
devam ediyormuş gibi hareket etmesi yüzünden çok kutuplu dünya dengelerinin
oraya çıkardığı fırsatlardan yararlanamadığı açıkca görülmektedir .Türkiye orta
boy bir ülke olarak sahip olduğu jeopolitik konumunun gerektirdiği stratejik
açılımları ulusal çıkarları doğrultusunda yapamadığı için ,hala bu bölgede
oynananmakta olan büyük oyunda kaybeden konumunu sürdürmekte ve bu durumdan
fazlasıyla da zarar görmektedir .
Başkalarının hazırladığı plan ve projelerin arkasında koşmaktan bir
türlü kurtulamayan Türk devletinin son zamanlarda ciddi yorgunluk sinyalleri
vermeğe başladığı ,batılı dost ve
müttefik ülkeler uğruna katlanılan bir çok
olumsuz gelişmede ciddi ulusal çıkar kayıplarına uğradığı görülmektedir
. Bu yüzden bir türlü toparlanamayan
Türkiye Cumhuriyeti yeni bir genel seçim sürecinde farklı bir anayasal yapılanmaya doğru dış
baskılarla sürüklenerek iyice tasfiye edilme noktasına doğru zorlandığı inkar edilemiyecek derecede gözlemlenmektedir . Merkezi gücünün tasfiye
edilmesiyle , başkentin İstanbul’a taşınarak küresel sermayenin güdümüne teslim
olunmasıyla ,güneydoğu bölgesi üzerinden eyalet sistemi ve federasyon
yapılanmasının zorlanmasıyla ,Türkiye Cumhuriyeti güçlü bir ulus devlet olarak
bu bölgede kendi ulusal planını uygulayamıyacak bir dağılma sürecine doğru dış
baskılar ve emperyal güdümlemeler ile yönlendirilmektedir . Dünyanın her
bölgsinde otorite boşluklarının ortaya çıkması nedeniyle güç merkezleri nasıl
bir hegemonya mücadelesine girişirse , Osmanlı hinterlandında da böylesine bir
hegemonya çekişmesi giderek tırmanmakta
ve bir üçüncü dünya savaşı tehlikesini de beraberinde öne çıkarmaktadır . Bölge ülkeleriyle beraber
bütün dünyayı yakından ilgilendiren üçüncü dünya savaşı tehlikesi beraberinde
nükleer silahların kullanılması meselesini de getirdiği için , bütün dünyanın
var olup olmaması gibi çok kritik bir sorunla karşı karşıya kalınmaktadır .
Orta Doğu’da başlayacak bir nükleer savaşın hemen bir üçüncü dünya savaşına
dönüşmesi , Asya kıtasının tamamı ile beraber batı bölgesindeki ülkeleri de işin içine çekmesi ihtimali açıkca
görülmektedir . Kuzey Kore gibi çok küçük bir ülkenin nükleer silaha sahip olması ve ABD’yi tehdit
etmesi dünya dengeleri nedeniyle diğer büyük ülkeler tarafından
desteklenmektedir . Sadece İran bir nükleer tehdit değil ama öncelikli İsrail’in
büyük bir nükleer tehdit olarak dünya barışını
tehlikeye soktuğu görülmekte ve bu yüzden Kuzey Kore kozu zaman zaman
ısıtılarak dünya gündemine getirilmektedir .
İkinci
dünya savaşı sonrasında sürekli olarak batılı müttefikleri yüzünden savaş
tehlikesi altında kalan Türkiye Cumhuriyetinin yeni dönemde , batılı hegemonya
planlarının arkasına takılıp gitmesi artık düşünülemez bir aşamaya gelmiştir .
Türkiye Cumhuriyeti b.u aşamadan sonra Amerika Birleşik Devletlerinin merkezi askeri üssü ,İsrail’in güvenlik şemsiyesi , Avrupa Birliğinin ise ileri
karakolu ya da doğdu köprüsü oarak
kullanılamaz bir noktaya gelmiştir . Sürekli olarak batılı müttefikler kendi
çıkarları doğrultusunda Türkiye’yi
kullanmağa devam ettikleri sürece ,Türkiye Cumhuriyeti ile batılı ülkelerin yolları birbirinden ayrılacaktır .
Küresel sermayenin güdümündeki Türkiye medyası üzerinden Türk kamu oyu son çeyrek asırda
soğuk savaş döneminin korku masalları ile uyutulmağa çalışılmış ama bu
gibi girişimlerin de sonu gelmiştir . Sürekli olarak aynı kişilerin her gece
aynı medya kanallarına çıkarak papağan gibi batı hegemonya planlarını tekrar
etmesi de ,Türk halkı üzerinde bıktırıcı bir etki yapmakta ve halkın çoğunluğunun batı karşıtı bir
çizgiye yönelmesine yol açmaktadır . Batılı
ülkeler de tam bu aşamada dini bir siyasal silah olarak öne çıkararak ,
giderek antiemperyalist bir çizgiye
yönelen Türk halkının kontrol edilmesi ve cemaatlar üzerinden baskı altına
alınması gibi yeni yöntemleri ,ılımlı İslam ya da Büyük Orta Doğu projesi gibi emperyalist
yaklaşımlar çerçevesinde öne çıkararak
Türkiye’nin kendilerinden ayrı bir yola kaymasını önlemeğe çalışmaktadırlar .
Ilımlı İslam bir ABD projesi olarak devreye sokulurken , laik ve çağdaş bir
cumhuriyet olan Türk devletinin kendi ulusal çıkarları doğrultusunda milli bir dış politika uygulamasının önü
kesilmeğe çalışılmaktadır . Türk toplumunun büyük çoğunluğunun Müslüman
olmasından yararlanılarak geliştirilmek istenen bu yeni emperyalist
politikanın Türk milli devleti için ne
kadar tehlikeli olduğu ,son dönemdeki gelişmeler ile açıkca ortaya çıkmış ,dinin
siyasallaştırılması sürecinde Türkiye’nin bir milli devlet olarak sahip
olduğu ulusal çıkarları sürekli
olarak göz ardı edilmiştir . Türk
devleti batılı müttefiklerinden ayrı
bazı girişimleri kendi çıkarları doğrultusunda gündeme getirdiği zaman sürekli
olarak batı dünyası tarafından
küçümsenmiş ve karalanarak önü kesilmek istenmiştir . Son yıllarda bu doğrultuda bir çok olayın ortaya çıkması
üzerine Türk devleti giderek batılı müttefiklerinden daha ayrı bir politika
izlemeğe başlaması üzerine de eksen
kayması ve batı düşmanlığı gibi gerçek dışı suçlamalar ile karşı karşıya
kalmıştır . Batılı emperyal güçler yüzyıllarca dünya ülkelerini sömürerek bir
kukla durumuna düşürdükleri için aynı alışkanlıklarını Türkiye üzerinde de
denemek istemişler ama bu gibi iki yüzlü ve çifte standartlı yaklaşımların
Atatürk’ün ülkesinden geri döndüğünü
artık görmek durumunda kalmışlardır . Türkiye daha fazla batılı
ülkelerin hatırı için kendi
çıkarlarından taviz veremez bir noktaya
gelmiştir . Son yıllardaki olumsuz
gelişmelerden sonra artık hiçbir batılı ülke Türk devletinden Türk ulusunun
çıkarlarına ters düşecek düzeyde bir adım atmasını beklememelidir .
Genel seçimlere
giderken yeni bir anayasa taleplerinin
öne çıkarılması ve en kritik aşamada
yeni anayasa üzerinden devlet yapısının değiştirilmek istenmesi batı
emperyalizmin yeni bir oyunu olarak devreye sürülmek istenmektedir . Bütün
dünya üçüncü dünya savaşına sürüklenirken ,bu savaşın alanı haline düşen Türkiye
Cumhuriyetinin devlet yapısını
değiştirmesi kesinlikle ulusal çıkarlarına aykırıdır. Yeni bir anayasa ile
devlet yapısı değiştirildiği zaman ,Türk devleti yeniden ABD’nin merkezi askeri
üssü , Avrupa Birliğinin gene eskisi gibi
doğuya açılan Asya köprüsü , ya da
İsrail’i Arap ve İslam dünyasına karşı koruyacak bir güvenlik şemsiyesi
gibi kullanılmağa devam edecek gibi görünmektedir . Hiçbir siyasi parti ya da
iktidarın savaş öncesi bir dönemde yeni anayasa görünümü ile ulusal,üniter ve merkezi Türk devletini
tasfiye etme lüksünün bulunmaması gerekir . Kim ki böyle bir adım atar ,o zaman
Türkiye Cumhuriyeti devletinin sona ermesinden anayasal düzen ve hukuk devleti
çatısı altında sorumluluğu üstlenmek zorunda kalır . Bütün hukuk kurumlarının
ve siyasal merkezlerin öncelikle bilmesi gereken durum budur . Türk devleti
doksan yıllık ömrünü bir hukuk devleti çatısı altında bugünlere kadar
getirmiştir . Her devlet anayasasında değişiklikler yapabilir . Normal koşullar
altında değişen koşullara uygun olarak anayasalar değiştirilebilir . Türkiye
Cumhuriyeti de son yirmi yılda on kez anayasasının değiştirmiştir . Ne var ki ,
tam savaş koşulları tırmanırken savaş öncesi bir dönemde devlet yapısını
değiştirecek derecede yepyeni bir anayasa yapılamaz ,eğer bu yo denenerek
yapılmağa çalışılırsa o zaman Türkiye Cumhuriyeti devletinin sonu ilan edilmiş
olur . Var olan anayasal düzen ve hukuk devleti çatısı altında herhangi bir siyasal merkezin ya da partinin
böylesine bir serüvene soyunmasını
beklemek gerçeklere aykırı olacaktır . Tersi bir durum üçüncü dünya savaşı
öncesinde Türk devletinin ortadan
kalkmasına ve savaş alanının önünün açılmasına giden yolu açacaktır ki ,
kendisini Türk olarak gören hiçbir siyasal gücün böylesine bir maceraya
kalkışarak dünya barışını tehlikeye
atması beklenemez . Türkiyelilik tartışmalarını
bu doğrultuda ele almak ve Türk ulusunun çıkarları dışında Türkiye’deki
siyasal güçleri maceraya atmak gibi
olumsuz senaryolar doğrultusunda değerlendirmek mümkündür .
Türkiye
Cumhuriyeti ulus devleti sahip olduğu anayasal düzen ve hukuk devleti çatısı
altında öncelikle merkezi gücünü artırabilmenin yollarını aramak durumundadır .
Tam bu aşamada kamu kurumlarının İstanbul’a taşınmak istenmesi , Türk
devletinin merkezi gücünün toparlanması çabalarının önlenmesi anlamına gelmekte
ve Türkiye’nin ulusal çıkarlarına ters düştüğü gibi küresel sermayenin Bizans yapılanması
üzerinden Avrasya’daki üçüncü dünya savaşını ekonomik açıdan yönlendirmesi
anlamına gelmektedir . Hiçbir ekonomik gücün ya da emperyal merkezin savaş
koşullarında Türkiye’nin başkentindeki
merkezi yapılanmasını tasfiye etme ya da
boşaltma hakkı yoktur .Bu aşamada küresel sermaye ile Türk ulusunun
çıkarları ters düşmekte ve Türk milletinin ulus devletinin başkenti , küresel
sermayenin İstanbul’daki yeni Bizans yapılanması yüzünden devre dışı bırakılmak istenmektedir . Merkezi
coğrafyanın tam ortasındaki Türk devletinin kendi ülkesi ve milletiyle bir
bütün olarak üçüncü dünya savaşı tehlikesinden kurtulabilmesi için daha güçlü bir merkezi yapılanma ile hareket
etmesi gerekirken ,bunun tamamen tersi bir doğrultuda başkentini tasfiyeye
yönlendirilmesi hem savaş sürecini önünü açacak hem de bir nükleer çatışma ile bütün dünyanın yok
olmasına neden olabilecektir . Kendini bilen hiçbir ciddi ülkenin kabül
etmeyeceği bir başkent taşınmasına Türk ulusu tam üçüncü dünya savaşı öncesinde
izin veremez .Yapılması gereken başkentin İstanbul’a taşınması değil ama ,
Ankara’daki merkezi devlet yapılanmasının daha da güçlendirilmesidir . Dünya
tarihinde bütün savaşları güçlü merkezlerin kazandıkları görülmektedir . Bir
ulusal kurtuluş savaşı sonrasında kurulmuş olan Türk devletinin böylesine bir
tarihi ve bilimsel gerçekliğin dışında hareket etmesini beklemek gerçekci olmayacaktır . Siyasilerin bu tür maceracı
girişimlerine Türk halkının ulusal insiyatifi izin vermeyecektir . Türkiye’nin
acil gündeme üçüncü dünya savaşının önlenmesi olduğu için ,ilk atılacak adım
,milli bir idari reform ile başkentteki Türkiye Cumhuriyeti devletinin merkezi
gücünü artırmak olacaktır . O zaman , Türkiye’nin savaşa karşı çıkmak ve
direnmek gücü daha artacak ve Türk devleti güçlü bir arabulucu olarak her zaman
devreye girerek bütün dünyayı bir üçüncü dünya savaşı belasına karşı daha güçlü bir biçimde koruyabilecektir .
Daha
önceleri ulusal güçler tarafından öne
sürülmüş olan Güçlü Türkiye- 2023 Milli Programının acil bir idari reform
ile devreye sokulması , var olan devlet
yapısını ciddi anlamda tehlikeye sokabilecek
yeni anayasa peşinde koşmaktan
vazgeçerek söz konusu milli idari
reform ile Türkiye Cumhuriyetinin savaşa
karşı çıkan gücünün her açıdan takviye
edilmesi gerekmektedir . Var olan devlet yapısının yüz milyonluk bir nüfusa
sahip olacak Türk devletinin gereksinmeleri doğrultusunda yenilenmesi
,merkezdeki kamu kurumlarının güçlendirilmesiyle beraber taşra teşkilatında
da gereksinme duyulan yeni adımların atılması
gerekmektedir . Giderek artan nüfusun gereksinmelerinin karşılanması
doğrultusunda yerel yönetimlerin
yetkilerinin bazı açılardan artırılmasında kamu düzeni açısından ulusal
yararlar olabilecektir . Ne var ki , yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması
sırasında merkezin tasfiyesi deği l,l
ama tamamen tersine güçlendirilmiş yerel yönetimleri kontrol altında
tutabilecek düzeyde daha güçlü bir
merkezi yapılanmanın başkent Ankara’da gerçekleştirilmesi gerekmektedir . Daha
önceki dönemlerde gündeme getirilmiş olan Mehtap ve Kaya projeleriyle beraber
İdari reform taslakları incelendiği zaman
Türkiye’nini kendi çözümlerinin olduğu görülecek , batılı güç
merkezlerinin dayattığı yabancı
taslakların Türkiye’nin koşullarına uymadığı aksine ,emperyalizmin çıkarları
doğrultusunda Türk devletini dönüştürmeğe çalıştığı daha kolay anlaşılacaktır .
Türk devleti ,başkentindeki merkezi yapılanmasını günün gereksinmeleri
doğrultusunda daha da güçlendirerek , Misakı Milli sınırları içerisindeki Türk
ülkesinin kontrolunu bağımsız bir devlete uygun bir biçimde elinde
tutabilecektir . Ekonominin yeniden devletin eline verilmesi ,kamu ekonomik
kuruluşlarının yeniden kurulması ,küresel sermayeye karşı direnen Türk
devletinin ekonomik gücünün artırılması ,özelleştirilen ekonomik kuruluşların
tıpkı Atatürk döneminde olduğu gb yeniden uluslaştırılması ya da
devletleştirilmesi , Türkiye’nin de
Yunanistan ya da diğer Akdeniz ülkeleri gibi çökmemesi için acilen zorunlu görünmektedir . Ekonomik gelir
kaynaklarını yabancılara devreden -Türk
devletinin sürekli olarak akaryakıt zammı yapmak zorunda kalması ya da
ülkede ekonomik yatırım yapamaz
durumlara sürüklenmesi gibi bir çıkmaz ,devletin yeniden gelir
kaynakları ile donatılması sayesinde önlenebilecektir . Dışa açılma ve küresel
ekonomi ile bütünleşme ,Türk devletini yarı sömürge konumuna sürüklemiş ve Türk
halkını ciddi bir yoksulluk çıkmazına
itmiştir . Arap ülkelerindeki gibi bir yoksullar ayaklanmasının
önlenebilmesi için ,devletin yeniden ülkenin gelir kaynaklarına ve yer altı zenginliklerine sahip olarak daha
adil bir gelir dağılımı düzeni kurması acilen zorunlu görünmektedir . Merkezini
ve ekonomisini güçlendirecek bir Türk devletinin savaş sürecinde bölgede barışı
tesis edecek en önemli ülke konumuna
geleceği açıktır .
Merkezi
bölgeye sızmak için sürekli olarak terörü kullanan batı emperyalizmi ve İsrail
siyonizmine karşı bütün bölge ülkelerinin
bir araya gelerek ciddi bir
ittifak içerisine girmeleri gerekmektedir . Lübnan’ı bir terör üssüne çevirerek
merkezi coğrafyaya terörist hareketler üzerinden egemen olmak isteyen emperyal güçlere
karşı , eski Osmanlı ve Selçuklu
ülkelerinin bir dayanışma ve kardeşlik
düzeni içerisine girerek tıpkı
Avrupa Birliği gibi Merkezi devletler Birliği’ni kurmalarının zamanı
çoktan gelmiş ve geçmektedir . Tam bu aşamada ,Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu
Büyük Atatürk’ün ikinci dünya savaşını önleyebilmek üzere gündeme getirdiği
,Sadabat Paktı ve Balkan Paktı girişimlerini yeniden gündeme getirmekte ve bütün eski Osmanlı ve Selçuklu devletlerini merkezi Devletler Birliği adı
altında birleştirmekte hem ulusal hem bölgesel hem de dünya barışı açısından
küresel yararlar bulunmaktadır. Kendi çıkarları doğrultusunda savaş
kışkırtıcılığı yapan lobilere karşı evrensel ve bölgesel barıştan yana olan
bütün merkezi coğrafya devletlerinin bir araya gelerek Avrupa Birliği gibi bir
bölgesel oluşumu Merkezi Devletler Birliği adı altında örgütlemelerinin
zorunluluğu her geçen gün daha da artmaktadır .Osmanlı İmparatorluğunun ortadan
kalkması nedeniyle ortya çıkan otorite boşluğunun doldurulabilmesi
doğrultusunda bölgenin iki büyük devleti olan İran ve Türkiye tıpkı Sadabat
paktının kuruluşu günlerinde olduğu gibi bir araya gelecek , ikinci
bir Bakü Kurultayı düzenleyerek
merkezi coğrafyada bulunan bütün devletleri bir bölgesel birlik çatısı
altında dışa ve emperyal saldırıları
karşı birleşmelerinin önünü açarak terör
üzerinden üçüncü dünya savaşına giden yolun önünü keseceklerdir . Bunun için tıpkı
Nato gibi bir yeni bir askeri bölgesel
yapılanmaya acilen gerek bulunmaktadır .
Daha önceki örnekde olduğu gibi ikinci kez bin Cento yapılanması Türkiye ve
İran işbirliği çerçevesinde gerçekleştirilebilir ,Nato’nun batı
emperyalizminin hegemonya örgütüne
dönüştüğü bu aşamada ikinci kez kurulacak olan Cento örgütü merkezi coğrafya da
terör ve savaş tehditlerine karşı bölgesel
güvenliği gündeme getirebilecektir . Tunus’ta başlamış olan ayaklanma
hareketlerinin ,Lübnan,Ürdün,İran ya da diğer bölge ülkeleri üzerinden karışıklık ve terör
yaratması ,İsrail ve ABD gibi savaş isteyen
ülkelerin bu durumlardan yararlanmağa çalışması girişimlerinin önünün
kesilebilmesi için mutlaka bölge
ülkelerinin yeni bir bölgesel savunma paktı kurmalarının zamanı gelmiştir .
Nato savunma örgütünden saldırı örgütüne dönüşürken , yeni Cento gereksinme
duyulan bölgesel savunmayı bütün bölge ülkelerini çatısı altında bir araya
getirerek sağlayacaktır . İran ve Türkiye’nin öncülüğünde toplanacak ikinci
Bakü Kurultayı ,Merkezi Devletler Birliğine gidecek yolu açarken ,yeni
Cento’nun kurulmasını sağlayarak da bölge ve dünyayı tehdit eden üçüncü dünya
savaşı sürecinin önünü kesebilecektir . İran’ın tek başına dünya ile karşı
karşıya kalması böylece önlenebilecek ,bölge ülkelerinin dayanışması ile
İran ile batı dünyası ilişkileri
dengelenebilecek , İsrail ve İran çatışmasına ya da İsrail ile Hizbullah
üzerinden bölge savaşına izin verilmeyecektir . Böylesine bir adım atılması
için zaman çoktan gelmiş ve geçmektedir . Bu doğrultuda bugün yeni adımlar
atılmazsa yarın çok geç olabilecektir . İsrail’in ya da Hizbullah’ın hiç söz
dinlemeyen tutumları devam edip gittiği
sürece her an bir çılgınlık ortaya
çıkabilecektir . Bölgenin çeşitli ülkelerinde böylesine çılgınlığa elverişli
çeşitli terörist hareketlerin birbirini izlemesi barış umutlarının her geçen
gün daha da azalmasına neden olmaktadır .Tunus ve Lübnan’daki son gelişmeler bölgede savaş öncesi istikrarsızlık
isteyenlerin beklentilerini
gerçekleştirirken , bir İsrail ve İran savaşının haberciliğini
yapmaktadırlar .
Türkiye Cumhuriyeti ,dünyanın merkezi coğrafyasında yer alan orta boy
bir devlet olarak sahip olduğu jeopolitik konumunu kendi ulusal çıkarları
doğrultusunda kullanabildiği sürece
hem bağımsız devlet olarak
varlığını koruyabilecek hem de bölgede
kendisini tehdit etmekte olan bütün terör ve savaş tehditlerine karşı
kendisini savunabilecektir .Binleşmiş
Milletler ve bütün uluslar arası kuruluşların ciddi bir üyesi olarak Türkiye
Cumhuriyeti bölgesinde olduğu kadar
dünya barışı için evrensel düzeyde de etkinliklerini artırmak zorundadır . ABD
ve İsrail gibi Birleşmiş Milletler kararlarını dinlemeyen ülkelerin baskılarına
karşı Türkiye Cumhuriyeti diğer büyük devletler ve ülkeler ile yakın ilişkiler
oluşturarak uluslar arası konjonktürde ağırlık sağlamalı ve bu yollardan savaş
sürecinin önünü kesebilmelidir . Batılı müttefiklerin baskılarıyla şimdiye
kadar uygulanan yol ve yöntemlerden bir sonuç çıkmadığına göre ,Türkiye
Cumhuriyeti kendisini geleceğin dünyasında var edebilecek ve bulunduğu bölgede bir cihan savaşını önleyebilecek
doğrultuda B planını acilen devreye
sokabilmelidir .Türkiye kendisini yenileyebilecek güce sahiptir .Bölgesel barış
ve güvenlik işbirliği için bütün komşularıyla bir araya gelerek ortak hareket
edebilmenin yollarını aramalıdır .Başlatılmış olan komşularla sıfır sorun
politikaları ile tam anlamıyla bir sonuç alınamamıştır . Bu tür girişimlerin
kalıcı ittifaklara ve bölgesel güvenlik şemsiyesine gidebileceği yolların da
açılması gerekmektedir . Anlaşmazlıklar sıfır sorun çizgisinde ele alınırken ,
kalıcı ittifaklara ve bölgesel güvenlik
şemsiyesinin oluşturulmasına da öncelik tanınmalıdır
.Türkiye sadece İran ile değil ama , Azerbaycan,Gürcistan,Suriye,Irak ve Ürdün
gibi ülkeler ile başlatmış olduğu yakın temasları bölgedeki terör ve savaş
risklerini ortadan kaldıracak derecede bir kalıcı işbirliği ve dayanışma
düzenine dönüştürebilmenin yollarını aramalı ve acilen B planı olarak Merkezi Devletler Birliği ya da Cento adı ile anılacak bir güvenlik yapılanmasını
devreye sokabilmelidir . Bütün dünyayı bir nükleer yokoluşa götürebilecek bir
üçüncü dünya savaşı tehlikesi ancak bu yoldan önlenebilecektir . Barıştan yana
olan bütün dünya ülkeleri de, merkezi coğrafyada gerçekleştirilecek böylesine
bir bölgesel barış oluşumunu sonuna kadar destekleyeceklerdir
. Bütün A planlarının bittiği bu aşamada böylesine bir B planının acilen
devreye sokulması, dünya güvenliği açısından zorunlu bulunmaktadır.
NOT: B
planı ile ilgili olarak daha önce yayınlanmış olan “TÜRKİYE’NİN B
PLANI" isimli kitabım ile diğer
kitaplarıma ve "Kemalist yaklasim.info" adını taşıyan
internet sitesindeki üç yüze yakın
makalem incelenebilir .
BÖLGESEL İTTİFAK FIRSATI KAÇIRILMAMALI
ABD’nin, daha doğrusu Başkan Trump’ın, derin devlete rağmen (establishment) Suriye’den asker çekme kararı tüm dengeleri yerinden oynattı. Suriye’nin kuzeyinde bir güç boşluğu (power vacuum) ortaya çıktı. Kuraldır. Strateji boşluk kabul etmez. Aktörler en kısa zamanda bu boşluğu kendi çıkarları doğrultusunda doldurmak için harekete geçer. Bu yeni oyunda güç dengelerinin nasıl şekilleneceğini tarafların siyasi hedefleri belirler. Farklı siyasi hedefler beklenmedik pazarlıklara neden olur. Aynı zamanda aktörlerin ittifak arayışı da olayların seyrini etkiler.TÜRKİYE İÇİN ÖNCELİKLİ TEHDİT
Türkiye açısından bakıldığında öncelikli tehdit PKK ve kurulması hedeflenen özerk ya da konfederal terör devletçiğidir. Eğer bu terör yapılanması temelden yok edilebilirse, bu durum Kuzey Irak’taki bağımsızlık rüzgârlarının şiddetini ciddi oranda azaltır. Bilindiği gibi Suriye ve Irak arasındaki PKK geçişkenliği yüksek düzeydedir. Bu nedenle PKK’lı teröristler nötralize edilmeli, silah, cephane, askeri teçhizat depoları imha edilmelidir. Aksi halde ayakta kalacak teröristler günün birinde ülkemizin karşısına çıkabilir.
BÜYÜK STRATEJİ ZAMANI
Gelişen olaylar Türkiye’ye çok daha büyük fırsatlar sunmaktadır. Türkiye; Irak, Suriye ve Doğu Akdeniz’i de kapsayan büyük bir stratejiyi (grand strategy) rahatlıkla kurgulayabilir. Bunun için bölgesel ve bölge dışı ittifak olanakları sonuna kadar zorlanmalıdır. Bulunduğumuz aşamada ABD, Batı Asya’da büyük askeri kuvvetler bulundurmaya soğuk bakmaktadır. Bu konuda başlangıçta yükselen muhalif sesler, son dönemlerde çekilmeyi savunanlarla dengelenmiştir. En azından ABD kamuoyu ikiye bölünmüş durumdadır. Yeniden seçilmeyi hedefleyen Başkan Trump, ABD’deki sessiz çoğunluğun desteğini kazanmayı hedeflemektedir. İsrail ile Rusya arasında devam eden güven bunalımı bu ülkenin de bölgedeki etkisini giderek azaltmaktadır. Fransa bölgede etki yaratabilecek kaynaklara sahip değildir. Macron ciddiye alınacak bir lider değildir.
Türkiye, Kuzey Irak’ta yuvalanan terör yuvaları ve Suriye’de PKK’nın askeri ve siyasi olarak tamamen yok edilmesi için çok uygun koşullar yakalamıştır. Diğer taraftan birbirini tamamlayan kararlı adımlar atıldığı takdirde, bölgede her kriz döneminde ortaya çıkan bağımsız Kürdistan hayaline kesin bir nokta konulabilir. Türkiye ayrıca Doğu Akdeniz’deki tezlerini, ortak çıkarlar ekseninde destekleyen bölge ve bölge dışı ortakları ile bu enerji denizindeki hak ve çıkarlarını daha güçlü bir şekilde savunabilir.
SİLAHLI PKK’YA ASLA İZİN VERİLEMEZ!
PKK ile anlaşma olanağı ortadan kalkmıştır. Her devlet için geçerli olan, “PKK’nın silah ve cephanesi ile kayıtsız koşulsuz teslim olmasını talep etmek” olmalıdır. Bölge uzun yıllar boyunca terörden ağır yara aldı. İnsani dramın yanı sıra milyarlarca dolarlık kaynak bu nedenle heba oldu. Bölge ülkeleri ikinci kez aynı hatayı yapmamalıdır. PKK’yı kullandığını sanıp küçük düşünenler, sonunda terör örgütünün emperyalizmin hizmetkârı olduğunu yaşayarak öğrendiler. Terörün kökünün kazınması için ortaya çıkan bu altın fırsat iyi değerlendirilmelidir.
TÜRKİYE İNİSİYATİFİ ELE GEÇİRMELİ!
Basın yayın organlarında, “Türkiye’nin IŞİD’le mücadele etmek için ABD ile görüştüğü” ifade edilmektedir. Türkiye, Suriye’ye hızla girip PKK’nın bütün kaynaklarını kuruttuktan, diğer bir ifade ile öncelikli tehdidi bertaraf ettikten sonra IŞİD’in kendiliğinden çözülme süreci içine gireceğini söyleyebiliriz. Ayrıca bölgesel ittifak kurulursa, çözülme süreci daha büyük bir hız kazanır. IŞİD bütün devletlerin ortak düşmanıdır. Bir devlete dayanmadığı sürece IŞİD’in esamesi bile okunmaz! Kaldı ki Başkan Trump, IŞİD’le başka ülkelerin mücadele etmesini büyük bir başarı olarak kendi kamuoyuna sunacaktır.
Koşullar bölge barışı, istikrar, yıkıcı ve bölücü unsurların ortadan kaldırılması için uygun bir zemin yaratmıştır. ABD ile iyi ilişkiler sürdürülürken, bölge ülkeleri ile dayanışma içinde yakıcı sorunların çözümü için büyük bir fırsat önümüzde durmaktadır. Eğer Türkiye bu uygun ortamı değerlendirme becerisi ve esnekliğini gösterebilirse, önünü ardına kadar açar. Ülke içindeki ayrılıkçı eğilimler kısa süre içinde son bulur. Güneyden örülen jeopolitik duvarları söküp atar. Doğu Akdeniz’deki etkisini büyük ölçüde artırır. Ekonomisinin gelişmesi için büyük fırsatlar yakalar. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi ülkelerin bölgeyi karıştırma çabalarını boşa çıkarır. Koşulların sonsuza dek aynı kalacağını sananlar yanılgı içindedir. Talih kuşu insanın başına bir kez konar. Koşullar olgunlaştığında harekete geçmeyenler, başkalarının zaferini seyreder.
(KAYNAK: Soner POLAT-Aydınlık Gazetesi, 28.12.2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder