19 Kasım 2018 Pazartesi

Kemalizm Sahalara Dönüyor "AÇIK GÖRÜŞ"Alınganlık Kemalizmin üzerinde alüminyumdan yapılmış bir zırh gibi durmakta. Bu kadar zayıf bir zırhın Kemalizmi nasıl koruduğu muammasının sırrı ise, şimdiye kadar hakikaten bir zırha sahip olduğunu sanan muarızlarının gerçek darbeler vuramamış olmasında saklı.

KEMALİZM SAHALARA DÖNÜYOR
Alınganlık Kemalizmin üzerinde alüminyumdan yapılmış bir zırh gibi durmakta. Bu kadar zayıf bir zırhın Kemalizmi nasıl koruduğu muammasının sırrı ise, şimdiye kadar hakikaten bir zırha sahip olduğunu sanan muarızlarının gerçek darbeler vuramamış olmasında saklı.
Modern dünyanın en karakteristik icadı
Modern dünyanın en karakteristik icadı olan ideolojiler birbirlerinden çok farklı karakterlere sahipler. İdeolojilerin birbirinden ayrıştığı yegane nokta kendilerini nasıl ortaya koydukları ve var ettikleri noktası değildir. Aksine, ideolojiler kendilerini dış baskılardan ve yok olmaktan hangi refleksler ile korudukları noktasında da farklılık arz eder. Marksist ideolojiler (Ki birbirine benzeyen ancak farklılık arz eden irili ufaklı pek çok türünden bahsedebiliriz) kendilerini var oluş ve yükseliş süreçlerinde emek sermaye çelişkisinin yarattığı hoşnutsuzluk ile ortaya koyarken aynı zamanda bu motivasyon ile de korur. İktidara geldiği demde ise söz konusu ideolojilerin baskıcı bir yöntem ile kendilerini korudukları tarihi tecrübe ile sabit. Üstelik bu baskıyı “proleter diktatörlük” olarak adlandırarak fikrî savunusunu da yapmayı başaran bu ideolojiler, bunun haricinde bir savunma mekanizmasını devreye sokmayı başaramadıkları için bila istisna bir başarısızlık hikayesi ile tarih sahnesinden çekildi. Castro sonrası Küba’yı, Şi Cinping’in Çin’ini yahut Chavez’in 21. yüzyıl sosyalizmi olarak adlandırdığı şey ile şekillendirdiği Venezüella’nın ne oranda sosyalist oldukları ve varlıklarını sürdürdükleri başka bir tartışmanın konusu. Buna mukabil faşist ideolojilerin kendilerini ancak bir şekilde iktidarda iken ortaya koyma kabiliyetine sahip olduklarına ve kendilerini devlet aygıtı ile koruduklarına dünya tarihi şahit oldu. İktidardan uzaklaştıkları demde ise faşizm kendisini ancak agresyon ile muhafaza etmeye gayret etti. Zira ideolojik arka planı başka türlü bir savunmaya izin verecek kadar zengin değildi ve bu bakımdan her zaman Marksizmin çok gerisinde kaldı. Liberalizmin en büyük kalkanı ise yarattığı özgürlükçü hava oldu, kendisine inananlar bu özgürlüğün büyüsü ile liberal düşünceye sahip çıktı. Ancak söz konusu ideoloji tiplerinin hiçbirisi Kemalizm kadar nev-i şahsına münhasır bir savunma mekanizmasına sahip olmadı. Kemalizm devlet yönetiminde güçlü olduğu her dönemde kendisini devlet aygıtı ile koruyup tahkim ederken, karakteristik farklılığını iktidardan uzaklaştığı dönemlerde ortaya koydu. Hiçbir ideolojinin kalkan olarak kullanmayı akıl edemediği (en azından benim hatırıma benzer bir örnek gelmiyor) alınganlık zırhını kuşandı ve muarızlarının kendisine birkaç mızrak boyundan daha fazla yaklaşmamasını sağladı.
‘Ayıptır’ hududu
Alınganlık Kemalizmin üzerinde alüminyumdan yapılmış bir zırh gibi durmakta. Bu kadar zayıf bir zırhın Kemalizmi nasıl koruduğu muammasının sırrı ise, şimdiye kadar hakikaten bir zırha sahip olduğunu sanan muarızlarının gerçek darbeler vuramamış olmasında saklı. O kadar ki, fiktif bir inciticiler listesine sahip olan Kemalizm, muarızlarını toplumsal uzlaşı ve devletin refahı gibi hassas değerleri muhafaza etmek namına belli bir hududun gerisinde tutuyor ve kendisine yaklaştırmıyor. Üstelik bu zırhın karakteri, kendi müntesipleri haricindeki kimselerin dahi kendisine sık sık taraf olması neticesini doğuruyor. Bu zırh bir ideolojinin sahip olabileceği en esnek zırh olarak önümüzde duruyor. Kemalizmden başka bir ideolojinin ise bu zırhı kuşanmasının mümkün olmadığı bir hakikat olarak karşımıza çıkıyor. Zira söz konusu alınganlık zırhı, kendisini Türk insanının “ayıptır” hududuna dayaması ile tahkim ediyor. Bu son derece alaturka bir buluş, ancak Kemalizmin gücünün sırrı tam olarak bu dinamikte temerküz ediyor. Kemalizmin iktidardan ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın bir türlü yıkılmak bilmeyen bir heyula gibi karşımızda duruyor oluşunun sebebi tam olarak bu duygusal bariyer. Atatürk’ün şahsı üzerinden bir duygusal anafor, bu anafordan bir Atatürk kültü yaratmak ve bu kültü kendisini var kılacak şekilde sürekli olarak dönüşen dinamik bir yapı olarak tasarlamak Kemalizm’in en büyük başarısı. Kemalizm’e yönelik girişilen her sert eleştiri “Atatürk’ün aziz hatırası” duvarına çarpıyor. Oysa Atatürk’ün şahsının bir bahis mevzuu olmadığı eleştiri noktalarında dahi Atatürk’ün bizzat kendisi bir kalkan olarak öne konuyor. Bu her şeyden önce Atatürk’ün, üzerinden toplumun ayrıştığı bir kimse haline gelmesine hizmet ediyor. Trablusgarb, Çanakkale, İstiklal Harbi cephelerinin kahramanı ve kurucu cumhurbaşkanı sıfatlarını haiz Mustafa Kemal Paşa’nın tüm bu ayrışma objesi haline getirilme çabalarına rağmen toplumun geniş kesimlerinde kredisi büyük.
Hatırşinas Türk insanı
Hatırşinas Türk insanı, günahı ve sevabı ile Atatürk’ün şahsını kabullenmiş, son kertede “ölünün ardından konuşulmaz” diyerek beşeri kabahatlerini mevzu etmemeyi tercih eden bir refleksi ortaya koymuştur. İşte bu büyük kredi, Kemalizm tarafından kendisini tahkim etmekte kullanılan bir kapital haline getirilmiş durumda. Kemalizm’in icadı olan alınganlık zırhının yumuşaklığı nispetinde esnek ve güçlü oluşunu sağlayan kapital de işte bu kredi. Kemalistler sürekli bir alınganlık içinde “Mustafa Kemal Atatürk’e ve aziz hatırasına” saldırıldığı şayiasını alem yapmış vaziyetteler. İnsanî sınırlardaki her türden eleştiri, mizah, analiz vb. söz konusu Atatürk’ün değil şahsına, kültüne dahi yöneltilmiş olduğunda alınganlık mekanizmaları devreye giriyor. Böylelikle Kemalizm zırhını bir kez daha parlatıyor. Pek çoğumuzun sürekli olarak “Atatürk’ü seviyor musun?” sorusuna muhatap oluyor ve cevap vermek zorunda bırakılıyor oluşu işte bu yüzden. Elbette bu zırhın icadı ve kullanımı dahiyane bir fikir; bununla birlikte Kemalizm açısından aynı zamanda bir mecburiyet. Zira Kemalizm ideolojik arka planı son derece zayıf ve müntesiplerini kendisine ancak duygusal medyuniyet bağları ile bağlayan bir ideoloji. Bu sebeple iktidardan uzaklaşması ile birlikte Kemalizm ancak bu duygusal zırhı kuşanmayı başarabiliyor. Belki de bulabileceği yegane zırhın, teoride kendisini koruması mümkün olan her türlü zırhtan daha sağlam oluşu ise Kemalizmin talihi.
Kemalist alınganlık
Mine Kırıkkanat katıldığı bir televizyon programında “Arkadaşlarıma dedim ki, artık Atatürk ilahım. 10 yıl önce Atatürk’e tapıyorum demezdim, ama artık Atatürk’e tapıyorum dedim. Arkadaşlarım da aynı şekilde dediler ki, “Mine, aynı fikirdeyiz. Çünkü bundan 10 yıl önce biz ilk cumhuriyet döneminin kusurlarını da görüyorduk. Atatürk’ü severdik ama küçük kusurlarını da görürdük. Şimdi ise bir kusur bulana çakacak vaziyetteyiz. Yani artık o kadar kinliyiz” dedi. Kırıkkanat’ın “ilahım” dediği Atatürk bu bakımdan Mustafa Kemal Atatürk değil, Atatürk kültü. Zira Kırıkkanat’ın kafasındaki ilah tasavvuru pagan bir ilah. İn Personam kullarının saygısını hak etmiyor, aksine fonksiyonu ile saygıyı hak ediyor. Bu bakımdan Kırıkkanat’ın ilahı olan Atatürk kültü bir koruyucu tanrıdan başka bir şey ifade etmiyor. Ancak bu sözlerde asıl tartışılması gereken şey Kırıkkanat’ın kendisine bir ilah bulmuş olması değil. Aksine Kırıkkanat’ın olgun insan taklidi yapan ve bir dönem otokritik refleksine sahip olduğunu iddia eden edası benim daha fazla dikkatimi celb ediyor. Zira Kemalist alınganlık bu öneriye göre bir reaksiyon suretinde ortaya çıkmış olmalı. Oysa yukarıda da izah etmeye çalıştığım şekliyle Kemalizm bu alınganlığa tabiatı icabı mahkum. Kemalistler sahip oldukları agresif tutumu bir reaksiyon olarak açıklayadursunlar, biz onların cemaziyelevvellerini bildiğimiz için bu sözler bize ikna edici gelmiyor. Zira bırakın dışarıdan gelecek eleştirilere tahammül etmeyi, içeriden gelen ve objektiflik kaygısı taşıdığı düşünülen yorum ve analizler de sürekli olarak bu alınganlık duvarına çarptı. Can Dündar’ın Mustafa filminin kopardığı vaveyla dün gibi hatrımızda. Dündar beşer tarafı fazlasıyla ön planda bir Atatürk resmi çizdiği için paydaşlarını gücendirmemiş, kıyasıya eleştirilmemiş miydi?
Son büyük kavga
10 Kasım törenleri esnasında Edirne’de yaşanan ve nihayetinde bir üniversite öğrencisi kadının tutuklanması ile sonuçlanan hadise temel bir muammaya sahip. Şüphesiz bu muamma söz konusu kadının çıkışının provokatif maksatlı ve kurgulanmış olup olmadığı sorusu. Ancak muamma olmayan bir gerçek var ki, o da protestocu kadının sözlerinin Atatürk’ün şahsına yönelik hakaret olmadığı, aksine Atatürk kültüne yönelik bir çıkış olduğu gerçeği. Kemalistlerin Atatürk kültüne nasıl yaklaştıklarına yönelik bir çıkış olarak görülmesi gereken bu protestonun Atatürk’e hakaret olarak yorumlanması genç kadının tutuklanmasına sebebiyet verdi. Üstelik parkta oyun oynayan çocuklara nişan alarak ateş eden sapıkların tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı ve hepimizin hukukun kifayetsizliğine isyan ettiği bir ortamda. Akabinde Uğur Koç isimli vatandaşın sosyal medyada yer alan “Dün akşam yediğim kemal paşayı rahmetle anıyorum” paylaşımını hakaret olarak kabul etti mahkeme. Paylaşımda yer alan kemal paşa tatlısı resmi, yenildiği ifade edilen şeyin Mustafa Kemal Paşa değil, kemal paşa olduğunu ortaya koymaktaydı. Buna rağmen söz konusu genç tutuklandı. Tüm bu tutuklamaların ne anlama geldiğini bulmalıyız.
Türkiye tarihinin şüphesiz en güçlü sağ iktidarı olan AK Parti’ye karşı dönem dönem sahaya çıkarılan farklı aktörler ile bir direnç ortaya konmaya çalışıldığı muhakkak. Bütün bu aktörlerin başarısız olduğu demde, Galatasaray’ın her muhtaç olduğu dönemde Fatih Terim’i göreve getirmesi gibi Kemalizm yine oyuna sokuluyor. Yorulduğu ve yıprandığı demde nadasa çekilen bu büyük oyuncu yeniden; üstelik 28 Şubat yıpranmışlığından ve üzerine yapışan “baskıcı ve zalim” yaftalarından kurtulmuş, Erdoğan iktidarının zulmüne maruz kalmış bir mazlum kılığına sokulmuş yepyeni bir surette sahalara dönüyor. Verilen mesaj açık: Türkiye’de sağ muhafazakarlığa karşı oluşturulacak direncin en yıkılmaz kalesi, pek çok kesimden insanı bünyesinde toplaması en muhtemel aktör olan Kemalizmdir! Yukarıda zikredilen tutuklamalar, Danıştay’ın “Andımız” kararı, Türkçe ezan tartışmaları vb. söz konusu aktörün ne kadar güçlü olduğunun ilanı olarak, her kesimden muhalife çatısı altında bir toplanma davetiyesidir. Tazelenmiş ve duygusal olarak beslenmiş bir Kemalizm son büyük kavgasını vermek üzere sahneye çıkıyor. Üstelik en bilindik özelliklerinin yanına hiç bilmediğimiz, tanımadığımız yeni özellikler katmış, modifiye edilmiş bir Kemalizm olarak.
[M. Taceddin Kutay/Türk Alman Üniversitesi] - kutay@tau.edu.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

EN ÇOK OKUNAN.POPÜLER